Efeler Tiyatro Oyunu |
|
E F E L E R
İzmir Yarın Derneği Oyuncuları 2014-2015 yılına E F E L E R isimli oyunlarıyla
sezonu açıyor. Oyunun hem yazarı hem de yönetmeni, Psikolojik Danışman
ve Tiyatro alanında Yüksek lisans yapan M. Ümit Görgülü.Efeler oyunu
hakkındaki sohbetimizi Yarın Derneğinin Buca’da Ihlamur Kafe içindeki doğal bahçesinde
gerçekleştirdik.
ŞAHİN EFE - Sayın Görgülü, Neden başka bir konu değil de Efeler?
ÜMİT GÖRGÜLÜ - Mecburiyetten… Oyunumuzda Çakırca’lının bir lafı var, der ki;
“Biz efelik yapalım, can alalım, diye mi çıktık bu zor dağlara? Hacı, Biz dağa
çıkmadık, çıkarıldık! Osmanlı'nın dümenine eller geçti de, düzen, kanun nizam
bozuldu, haklı haksız düşürüldü de biz ondan bu zor dağlara vurduk. Biz bu
dağlarda geziyorsak keyiften değil mecburiyettendir." Yani biraz da benim de öyle
belki: ben de bu oyunu seçerken bazı mecburiyetler yüzünden seçtim. Aslında
ben de bir yazar olarak, neşeli, eğlenceli, şen şakrak bir oyun yazmak ve
yönetmek isterdim. Ancak dünyanın gidişatını pek de iyi görmüyorum. Ben bu
oyunu yazmak ve oynamak zorunda kaldım. Çakırcalı’nın da dediği gibi ‘keyiften
değil, mecburiyetten’ Çıktı Efeler oyunu. Bunları da içcel ve dışsal
mecburiyetler olarak ikiye ayırabilirim.
ŞAHİN EFE - Önce içsel mecburiyetlerden başlayalım isterseniz?
ÜMİT GÖRGÜLÜ - Ödemiş’in Kaymakçı kasabasında doğup Küçük Menderes’in
verimli topraklarında büyüdüm. Bizim oralarda herkes bi’şekilde bir Efe ile
hasım-akrabadır. Öyle olmasa bile köylüsüdür. Benim de var böyle hısımlıklarım;
ancak ‘hamili kart yakınımdır’ misali, bu tür referansları kullanmayı tercih
etmiyorum. Edenlere de lafım yok. Her insan, bu dünyada kendine saygı
duymak/ duyurmak için yaşar. Kimileri böyle bir yolla kendilerini sevebilir ama
bu beni kesmiyor. Ancak; Küçük Menderes gibi dünyanın en verimli ovalardan
birinde doğup büyümek benim için onurlandırıcı bir referans. Bunu inkâr
edemem. Hep derim; Küçük Menderes’in bu verimli topraklarına ‘Adam
dikseniz, adam çıkar’. Bu toprakları, bu toprağın insanlarını seviyorum: Herkesin
kendi toprağını sevdiği kadar elbette.
Ben bu topraklarda Efe türküleri, Efe hikâyeleri ile büyüdüm. Bizden önce
yaşamış efelerin çocuklarıyla, torunlarıyla aynı taslarda yemek yiyip efelikler,
efelenmeler içinde bir çocukluk yaşadım. Modern hayat bizi okuttu, sözde
‘adam’ etti ancak bugünkü aklım olsaydı ‘öğrenmeyi’ değil de ‘yaşamayı’ tercih
ederdim.
Belki bana öyle geliyor ama benim büyüdüğüm topraklarda daha az oyunun,
daha az maskenin olduğu bir dünya vardı. Herkes neyse oydu, kimse başkası gibi
olmaya çalışmıyordu. Kendini ve ötekini olduğu gibi kabulleniyordu. Herkes
kendisi gibi olursa sana da kendine benzemek kalır. Bu da efelikle ilintili bir
durum: Kendimiz olmamız başkalarına da kendisi olma cesaretini verir.
Örneğin; efeler için yörede bazı deyimler vardır: Efenin kıçı başı oynamaz,
Efenin sözü sözdür, Efe adam, adamı gancıklamaz(arkadan vurmaz) , Efe adam
silahı öyle boş şeylere çıkarmaz, çıkardı mı da kullanır vb. Biz kıçımız başımız
oynayacak, verdiğimiz sözü tutmayacağız, diye korku duyardık. ‘Gancıklamak’
yani arkadan vurmak, arkadan iş çevirmek, hor görülürdü. Bence bugün
hasretini çektiğimiz güzel töreler bunlar.
Benim babamın köydeki ismi Bey Efe’dir. Terzi olduğu için Terzi Bey, diye de
ananlar vardır ama kimse gerçek ismini kullanmazdı babamın. Ben dahi,
babamın adının Mustafa olduğunu okullarda çeşitli formlar doldururken
anımsardım, o kadar… Bizim oralarda bir insana sülaleden getirdikleri simlerin
dışında bir isim takılıyorsa o isim onun karakteri ve mesleği ile ilgilidir. Bir sürü
marangoz vardır ama Marangoz Tahir başkadır, bir sürü elektrikçi vardır ama
Elektrikçi Mehmet başkadır. Sıfatları yapışmıştır onlara.
Babam bana hayatı boyunca hiç öğüt vermedi. Efeler, öğüt vermez ama olması
gerekeni söylerler. Babamın kanser olduğunu öğrendiğimde bir akşam bir
sohbette de sordum ona: “Baba hiç mi öğüdün yok bana: Kulağıma küpe
olsun?”… Sustu, belki de zaman kazanmak için, beni iki-üç kilometre uzaktaki
bir karpuz sergisine karpuz almaya gönderdi, hem de yaya… Geldim, uzun uzun
anlatacak sanıyordum. Ağzından dökülecek sihirli kelimeleri bekliyordum. O
mübarek ağzında çıka çıka şu çıktı: “Dediğini yap, yaptığını da de…” Yüzüne
söyleyemedim ama bir gün babam, Bey Efe için bir şey yazmaya karar verdim o
gün karar verdim. Efeleri, efe hikâyelerini çok severdi babam. Annem bana ilk
sazımı aldığımda, Öğretmenim ‘Toycular yar can / Kolunda mercan’ türküsünü
öğretmişti. Babama çaldım hevesle: Efe çal, Efe, dedi… Varan bir; işte şimdi Efe
çalıp efe oynuyoruz. E f e l er oyunu yazarken içsel sebeplerimden,
mecburiyetlerimden biri bu…
ŞAHİN EFE – Peki başka içsel neden?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Ben Bozdağ Gölcük’ü çok sever fırsat buldukça çıkarım.
Birkaç yıl önce yine oradaydım. Bir kahvede oturuyordum. Yanıma oturan orta
yaşlı bir köylü ile tanıştım. Ne iş yapıyorsunuz, diye sorduğumda bana
kartvizitini uzattı. Kartta şu yazıyordu: “Düğünlerinizde, özel gün ve
kutlamalarınızda kostümlü efelik yapılır” gibi bir şey… Efelik bu mu, dedim?
Efelik şimdi böyle, dedi köylüm…
Hayır, dedim içimden, Efelik bu değil. Efelik, bu kadar ayaklar altına inecek bir
sıfat ya da olay değil. Efelik, efe kostümlerini giyerek üç-beş kuruş yevmiye ile
düğünlerde harmandalı oynayıp boy göstermek değil. Efelik, kurtuluş günlerinde
kaymakamın, valinin, komutanın önünden geçen kortejin en sonunda ‘çakma
madalyalarla’ geçerek, onurlarına verecek yemek uğruna saatlerce saçma sapan
kutlamalarda boy göstermek de değil. Efelik, bir halk oyunları, bir folklor
değil: Efelik bir olay, Efelik hakiki bir olay. Efelik, hâllerden bir hâl ama bunlar
değil kesinlikle. Bu kartvizit olayı ile Efeleri yazmaya karşı daha yoğun bir istek
duymaya başladım. Bu da ikinci içsel nedenimdir.
Bir olay daha var beni çok etkileyen: İzmir’de bir düğüne davet edilmiştik.
Adettendir, davetliler oynar. Beni de sahneye çağırdılar. Müzik yapan
arkadaşlardan Harmandalı çalmalarını istedim… Bilmiyoruz, dediler. Bu ne iştir?
Bu ne vahim, bu ne ‘maalesef bir durumdur’ vatan için… Şimdi ben Trabzon’da
bir düğüne gitsem de o düğünde horon çalınıp oynanmıyorsa, Urfa’da halay
çekilmiyorsa, Kars’ta Kafkas, Ankara’da misket oynanmıyorsa Edirne de roman
çalınmıyorsa, bilinmiyor ve de oynanmıyorsa, Trabzon’un trabzonluğundan,
Urfa’nın Urfalığından, Kars’ın karslığından, Ankara’nın Ankaralığından, Edirnenin
de Edirneliğinden şüphe ederim. Ege de düğünlerde zeybek/ Efe çalınmıyorsa,
bu bile böyle bir oyunu yapmak için yeterli bir neden… Ha, Urfalı halayına,
Trabzonlu horonuna, Ankara da misketine sahip çıkmalı… İnanın kendimiz
kalabilmenin yolu terapistlerden değil, törelerimizden ve özümüzden geçiyor.
ŞAHİN EFE – Peki, Efeleri yazarken hissettiğiniz mecburiyetin dışsal
sebepleri, nedir?
ÜMİT GÖRGÜLÜ - Dünyanın süre giden adalet ve modernleşme anlayışı… Çok
haksızlık yapılıyor. Sosyolojik, ekonomik, medyatik, politik ve teknolojik
unsurları elinde bulunduran; emperyal zihniyetteki, eli silahlı, eli kanunlu
insanlar çoğunluğu eziyorlar. Anlaşılmaz, bitip tükenmez vergiler, insan hayatını
hiçe sayan sağlık ve tarım uygulamaları, kanseri besleyen yiyecekler, eşyalar,
doğayı bitiren, insanı kendisine ve ötekine yabancılaştıran modernleşme
masalları; sosyal psikolojinin araç ve teknikleri de kullanılarak yapılan, aslında
sapına kadar teokratik olan demokratikleşme yalanları… Allah’ın gönderdiği
kutsal kitapların bile yerlerinde gözü olan kötü niyetli insanların, çok uluslu
dünya çapında şirketlerin ve onların yönetimlerindeki emperyal zihniyetteki
ülkelerin yazdığı kutsal Anayasalar, dünyanın içine etmeye devam ediyor ve
‘bir dur’ denilmezse, insanın soyu yine insan yüzünden bu dünyadan silinip
gidecek.
ŞAHİN EFE - Peki bütün bunların Efelikle ilgisi nedir; ‘bir dur’ demek için
mi?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Efelik, bozulan düzene karşı durmaktır. İlgi buradan gelir.
Efeler, dünyanın her yerinde ve zamanında düzen bozulduğunda ortaya
çıkmışlardır. Düzen bozulmuştur. Dünyayı düzüp, üzenler de gün gibi aşikârdır.
En başta bu… Ne yani, yediğimiz hormonlara razı mı olalım? Haksız
vergilendirmelere ‘he’ mi diyelim? İnsanın insana insan tarafından ekilen nefret
tohumlarını göğsümüzde mi yeşertelim? Bildiklerimizi, duyduklarımızı,
gördüklerimizi hiçe sayıp üç maymunu oynayarak , Türkiye’ nin 77 milyon,
dünyanın 7 milyar maymunu mu olalım yani?
İnsan kalmak istiyorsak, insan gibi yaşamak istiyorsak, süregiden yanlışlara
Efelenmek, ‘Hop, N’oluyor orda, bi anlatın bakayım?’ demek, yollardan bir
yoldur. Böyle bir sorudan korkan yöneticilerin ‘iyi niyetlerini’ sorgulamak
gerekir. Böyle bir soru samimi ve hâkikidir. Bazen doğru ve yerinde sorulmuş bir
soru, ‘iyi sebeplere’ neden olabilir? Öyle bir soru sorarsınız ki zalim,
zalimliğinden, kötü şer’inden vazgeçebilir. Öyle bir şey söylersiniz ki dünya
tersine dönebilir. “Adalet olsun!’, sözü ile ‘Haksızlık istemiyoruz!” sözü
birbirine çok yakın anlamlar içeriyor gibi gelebilir; ama ‘Adaleti olsun’ derken
bir temenni iken, ‘Haksızlık istemiyoruz’ bir şarttır. Bazı şeyleri yapmak,
söylemek şarttır, dünyanın en iyi temennilerini de etsek temenni ile dünyayı
değiştiremeyiz, yanlışları düzeltemeyiz. Yanlışsa, bir yanlışa ‘dur’ demenin nesi
yanlış olabilir ki?
ŞAHİN EFE - Bu çağda sizce zeybeklik, efelik nasıl olmalı? Yanlışa nasıl ‘dur’ demeli?
Lafı uzatmadan;
EFELİK, GÖSTERİŞTEN VE ŞARLATANLIKTAN UZAK, UCUNDA ‘HAYAT-MEMAT
MESELESİ’ OLAN BİR VAROLUŞ, BİR YAŞAM BİÇİMİDİR. TOPLUMSAL ADALETİN
TECELLİ ETMEDİĞİ, SEKTEYE UĞRADIĞI, BASKI VE ZULÜMLERİN ARTTIĞI
DÖNEMLERDE; HİÇ UMULMADIK, SIRADAN İNSANLARCA BAŞLATILAN BİR RUH VE
İSYAN HALİDİR.
Yanlışa dur, demek için öncelikle farkındalık gerekir; çünkü farkında olmadığınız
yanlışı zaten düzeltemezsiniz, aklınıza bile gelmez bir şeyleri değiştirmek…
Kendinizde, ailenizde, kentinizde, ülkenizde ve dünyada bir şeylerin yolunda
gitmediğini farkında olmalısınız ki onları düzeltmek için harekete geçebilesiniz.
Bu dünyada kimse göremediği bir yanlışa ‘dur’ diyemez. Farkındalık önemli…
ŞAHİN EFE- Bir de görüp de görmezden gelenler var hocam?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Bir yanlışı görüp bilip de görmezden gelenler; sadece
kendilerini düşünen, nefsin ve hazzın kıskacında, satılmış, insan sıfatını hak
etmeyenlerdir. Bu dünyaya ve insanlığa ‘hainlik’ yapan ve sadece kendilerinin,
kendi zümrelerinin çıkarlarını düşünen, insana ‘insan elinden çıkma’ zulümler,
ölümler yaşatanlar var. Bunlar çeşitli kılıklarda, hatta bazen melek kılığında,
karşımıza çıkabiliyorlar; İşte bugün, çiftçilere kanserli tohum, gübre, ilaç
satan, satmaya alet olan ziraat mühendisleri… İşte, çocuklara bilimi – birliği -
dirliği
öğreteceği yerde nefreti, şüpheyi ve güvensizliği öğreten öğretmenler,
ana-
babalar… İşte, insanlığın ve halklarının çıkarlarını göz ardı eden
siyasetçiler, üç kuruş fazla kazanacağım, diye modernizmin uyduruk ürünleriyle
insanları zehirleyen zihniyetlere göz yuman hükümetler… Yok mu bunlar?
Elbette var:
Ülkemize ve dünyaya, doğrudan şaşmayan, aldıkları eğitimi
insanlığın ve halkın
yararına kullanan ziraat mühendisi efeler, öğretmen efeler,siyasetçi efeler
insanın insandan korunmasını sağlayacak hukukçu, sanatkâr, işçi efeler, tıpçı
efeler, hakikatleri yazan yazar, şair, sanatçı ve düşünür, sosyal bilimci efeler
lazım… Yahu güvenlik kamerası olmayan işyeri kaç tane var? Kentlerimizin bütün
sokakları güvenlik kameraları ile dolu. Kimden korkuyoruz peki? İnsandan…
İnsan insandan neden korkar? Bence bu soru hepimizi ilgilendiriyor.
ŞAHİN EFE – Hocam, böylesine bir kargaşa içinde sap ile samanı nasıl ayırt
edeceğiz? Yani siz ne diyorsunuz; tüfeği kapıp dağlara mı çıksın insanlar?
ÜMİT GÖRGÜLÜ - Bugün Efelik eline tüfek alıp dağlara çıkmakla olmaz; olsa bile
bu geçici bir çözüm olur ancak… Bugün efeliğin silahları, bilimdir, sanattır:
Yüksek, iyi niyetli sezilerdir, yüksek bir adalet duygusuyla kötüyü ve kötülüğü ve
de kötü niyeti, olanca albenisi içinde bile olsa, gözlerimize, kulaklarımıza eşsiz
güzellikte/doğrulukta gelen, bin bir kılıkta bile olsa seçebilmek, sonra da
doğrudan, güzelden yana olabilmektir.
ŞAHİN EFE – Teşekkürler Hocam… Artık gelelim Efeler oyununa?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Gelin tabi, izleyin… … Biz nasıl bu oyunu mecburiyetten yazıp
oynadıysak sizler de mecburiyetten izlemelisiniz! Şaka tabi, kimseye zorla bir
oyun izletemezsiniz. Ben oyunu yazdım, gerisi izleyene kalmış artık. Yanlışımız
varsa da düzeltin, derim herkese… Bu konuda kibirli değilimdir. Ben ‘doğrularım
’da, onlardan daha doğru bir düşünceyle karşılaşıncaya kadar ısrar ederim.
İzleyenler, beğenir beğenmez bilemem. Belki oynayamamışızdır beğenmez,
belki inanmıyordur beğenmez, yapacak bir şey yok. Bir başka birileri de daha
iyisini, daha doğrusunu yapsın, gider biz de izleriz. Ben oyunu yazarken
çocukluğumda kulaklarıma doluşmuş asıllı asılsız, doğru yanlış, abartılı Efelelik
hikâyeleri vardı. Bu bilgileri kendimce derleyip topladım ve Çakırcalı Mehmet
Efe’nin hayatıyla ilişkilendirdim. Elbette ki bu bir tiyatro oyunu: Tür olarak da
‘Tarihsel Dram’ denilebilir. Oyunun dramatik olarak kendince önermeleri var
ama bunlar kesinlikle bilimsel değil sanatsal önermelerdir. Psikoloji okuduğum
için biraz da Efelik psikolojine değinmeye çalıştım. Efelerin dağlara çıkış
sebepleri, yaşadıkları zamandaki sosyo-kültürel ve ekonomik etkileri kendimce
aramaya çalıştım.
Bizim E F E L E R oyunumuz, Ege bölgesinde yaşamış ünlü Çakırcalı Mehmet
Efenin yaşamından kesitleri; Müzikli, Danslı ve zaman zaman belgesel-seyirlik
niteliklerle seyirciye sunacak bir metne sahip. Peki, biz ne diyoruz bu oyunda?
Biz diyoruz ki;
Efeler, güzel Anadolu'nun Hâkikât Erlerindendirler. Hâkikâtin peşindedirler.
Hâkikâtin- Birliğin- Dirliğin peşinde, izinde ve yolunda olan herkes, ister Efeliği
bilsin isterse de bilmesin, Efedir, diyoruz.
Efelik, bir ruhtur ve hiçbirimizin de tekelinde değildir.
Efelik, dediğini yapmak, yaptığını da demektir.
Efelik, yalnız karşısındakinin değil, kendi eksiğini de görebilmektir, diyoruz.
Efelik, efe urbalarını giyip dovlara (dağlara) vurmak da değil: Efelik yürekte.
Efelik eylediğimiz her şeydedir. Efe, hakkı yenenin yanında olmazsa hiç olmasın
daha iyidir, diyoruz.
Gerçek Efelere; 'Alın, dünyanın başına geçin', deseler dahi, onlar dünyanın
başına geçip de yönetmeye, belirlemeye zaten kalkışmazlardı. Kanaatkâr
insanlardır. Biriktirmek, palazlanmak için değil, dağıtmak için vardırlar. Kapital-
emperyal mantık ve onun dizgelerinden uzaktırlar, diyoruz.
Aslında; zor, zorba, zulüm eden yoksa yoksa Efe de yoktur. Efelik, bir neden
değil bir sonuçtur. Efe de efelik de keyiften değil mecburiyettendir, diyoruz.
Ve diyoruz ya da demeye çalışıyoruz ki; efelik, insanın beşeri hallerinden bir
haldir. Devletten maaş alıp da işini yapmayan birine, ‘İşini yap, maaşını benim
ödediğim verdilerden alıyorsun’ diyen de ; ‘Ben çocuğum, oyun hakkımı
elimden alamazsınız!’ diyen bir çocuk da efedir. Efelik, Dadaloğlu, Köroğlu,
Koçero ve diğerleri de ‘Bozuk Düzene’ karşı çıkan ‘Efelenmelerdir’. Ben de
dahil olmak üzere, kimse kusura bakmasın ama, Efelik sadece Egeye özgü bir
ruh hâli değildir. Efeler bütün dünyada vardır. Robin Hood da bir efelenmenin
örneğidir. Mustafa Kemal’e neden Sarı Zeybek, derler? Çünkü o da sömürgeci
emperyalistlere karşı efelenmiştir. Deniz Gezmiş de bir efedir. Che Guevara da
bir efelik ruhunu taşıyan bir gerçekliktir… Che Efe!
Kısacası Efelik, tahminlerin ve bugünkü algıların çok ötesinde somut bir
realitedir. O kadar somuttur ki; bu realite (gerçeklik) göz ardı edilirse Efelik;
etnografik, antropolojik ve folklorik algının ötesine geçemez: Böyle olursa ;
görkemli kıyafetleriyle içi doldurulmuş heykellerde etnografya müzelerde
s ergilenirler ya da şehirlerin kurtuluş törenlerinde yürüyüş yapan sakallı dedeler
ve okul müsamerelerinde zeybek/efe dansı oynayan gençler olmanın ötesine
geçemez. Bu vb. sunumlar, Efelik Ruhunun ‘Kötüye ve yanlışa dur’ diyici ve
direnişçi dinamizminden çekinen baskın otoritelerin uydurduğu eksik, çarpık ve
yanlış sunumlardır.
Bize göre Efeler ne evliya ne eşkıya ne de folklorik hikâyelerdir: Biz
oyunumuzda onları ete kemiğe bürüyüp öncelikle insan oluşlarıyla ele almak
istedik. Belki birçok kesimin tepkisi çekeceğiz.
Oyunumuzda da geçtiği gibi; ‘Efeler, dağlara çıkmamıştır; çıkarılmışlardır.’ Bu
dağa çıkışın; sosyo-ekonomik ve kültürel nedenleri var. Oyunumuz, Efeleri bu
gerçeklikle algılamaya çalışan ve onları eşkıyalıktan evliyalığa günahları ve
sevaplarıyla görmeye ve göstermeye niyetlidir.
Efeler ve zeybeklerin Cumhuriyetin kurulmasıyla bıçak gibi kesilmeleri de
ilginçtir: Ne olmuştur da Efeler dağlardan inmiştir? Bizim bu konudaki
düşüncemiz, cumhuriyetin ilanıyla birlikte gelen anayasal düzenin Efelerce
‘kabulüyle’ ilgilidir. Osmanlıdaki kargaşa yeni kurulan Türkiye’de olmayacaktır.
Biraz romantik bir anlatımla artık Sarı Zeybek gelmiştir ve bütün Efeler onun
himayesindedir. Nitekim kurtuluş savaşındaki katkıları ve mücadeleye olan
koşulsuz şartsız teslimiyetleri de bunun göstergesidir.
Efeler oyunumuzda Alt Başlık olarak ‘Hakikat Erleri’ dedik. Çünkü Efeler;
folklorik değil, hakikidirler ve hakiki nedenlerle yaşamıştırlar ve bundan sonra
da öyle yaşayacaklardır.
ŞAHİN EFE – Peki hocam, bu oyunu kimler oynuyor? Kadroda kimler var?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Oyun Derneğimiz Yarın Derneği Oyuncuları tarafından
sahnelenecek.
Efeler oyununa hazırlanan Yarın Oyuncularının oyuncu kadrosu ise oldukça İlginç
ve renkli: Kast, rahatlıkla; ‘Meslek üstü’ de diyebileceğimiz oyunculardan
oluşuyor. Aralarında profesyonel olarak oyunculuk yapan yok: Çoğunluğu
eğitimci olan farklı meslek guruplarından. Bu projede başka ilginç olan birkaç
nokta var. Bunlardan ilki bütün oyuncular hem çalıyor, hem söylüyor hem de
zeybek oynuyorlar. Oyuncular hakkında şu bilgiler bize biraz bilgi verebilir.
Ercan Düzgün: Tarih Öğretmeni, Müzisyen, oyunun özgün müziklerini yaptı. Bu
yıl kendi bestelerinden bir albüm yaptı. İnternet ortamından ‘Atçalı Kel Mehmet
Türküsü’ diye sorgulatılarak dinlenebilir. Oyunumuzun bütün özgün müziklerini
Ercan Düzgün besteleyip seslendirmiştir.
M. Ümit Görgülü: Psikolojik danışman, oyun yazarı, Sahne Sanatları alanında
yüksek lisansını yapıyor. Bağlama, buzuki çalıyor, zeybek oynuyor.
Bora Üzerk: Tarih Öğretmeni, Bir okulda Müdür Yardımcısı, Bağlama Gitar
çalıyor, solist ve zeybek oynuyor.
Özgür Yılmaz: Resim öğretmeni, Bağlama, Bas Gitar çalıyor, zeybek oynuyor.
Adnan Özgüler: Tarih Öğretmeni, oyuncu, bağlama çalıyor, zeybek oynuyor
Egemen Yorgancıoğlu : Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı Halk
Oyunları bölümünde okuyor. Zeybek oynuyor.
Gizem Alkış : Halk oyuncu, lise öğrencisi.
Fatih Güney: Güzel Sanatlar Lisesi resim bölümünde okuyor, zeybek oynuyor.
Mustafa Can Sönmez: Lise öğrencisi. Gitar çalıyor, zeybek oynuyor.
Ahmet Ovalı: Güzel sanatlar lisesi mezunu, gitar ve ritim çalıyor, zeybek
oynuyor.
Ender Murat Yatağan: 9 Yaşında erkek. Oyunda öldürülen Rum çetecinin oğlu
Yorgo’yu oynuyor.
Aysel Görgülü: 9 Yaşında kız. Ender’in gelemediği oyunlarda saçlarını şapka ile
gizleyip Yorgo’yu oynuyor.
ŞAHİN EFE – Oyun ne zaman ve nerde sergilenecek Hocam?
ÜMİT GÖRGÜLÜ- Oyun neredeyse hazır. Yılbaşından önce sahnelemeyi
düşünüyoruz. Ancak sponsor bulmakta güçlükler yaşıyoruz. Elbette insanlar ya
da işletmeler tanımadıkları bir oyuna sponsor olma konusunda temkinli
davranıyorlar.
ŞAHİN EFE – Yani sponsor arıyorsunuz?
ÜMİT GÖRGÜLÜ – Başka çaremiz yok. Sizinle yaptığımız bu röportaj belki
sponsor bulmamıza vesile olur. Biz bu oyunu mümkün olduğunda çok insana
izlettirmek istiyoruz. Unutulmaya yüz tutmuş Efeleri ve efelik ruhunu sahnede
de olsa yeniden yeşertilmesini kendimizce biz de katkı koymak istiyoruz.
ŞAHİN EFE- Teşekkürler Ümit Hocam… |
|
|