ÖDEMİŞLİ BİR YAZARIN KALEMİNDEN YÖRESEL UNSURLAR |
|
Tarih Okulu Dergisi (TOD) Journal of History School (JOHS) Eylül 2014 September 2014 Yıl 7, Sayı XIX, ss. 443-466. Year 7, Issue XIX, pp. 443-466. DOI No: http://dx.doi.org/10.14225/Joh572 ÖDEMİŞLİ BİR YAZARIN KALEMİNDEN YÖRESEL UNSURLAR Turan AKKOYUN Özet İlimler zamanla çehresini değiştirir. XX. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle tarih; siyasi ve askeri olayları ele alan bir disiplin olmaktan çıkarak, doğrudan hayatı ve onun akışını inceleyen bir ilim dalı haline gelmiştir. Hayattan kastedilen sadece insanın hayatıdır. Olaylar insanı ilgilendirdiği müddetçe tarihin konusudur. Tarih sadece siyasi olayların, savaşların ve mücadelelerin yanında “doğrudan hayatı da” incelemektedir. Hayattan kast edilen “insan hayatı” olup yaşanandan, daha doğrusu yaşanmış olandan elde kalan, geçmiş dönemlerin küçük bir kesitidir. Geçmişten kalabilenlerin çoğu, yerleşik yaşamda korunmuşlardır diyebiliriz. Elde kalanlar o yerin yerleşim biriminin tarihini enine boyuna ortaya koymaya yarayacak şeylerdir. Yerleşim yerinin bizzat kendisi belge niteliğindedir. Yollar, hanlar, hamamlar, çeşmeler, bağlar, bahçeler, mezarlar, ibadet yerleri, kaleler, köprüler, evler, kullanım araçları gibi. Şehir tarihçiliğinin son zamanlarda gelişme göstermesi sevindiricidir. Çünkü şehrin bizzat kendisi “hayatın bakiyesi” olan kalıntıların yani tarih biliminin kaynaklarının başında gelmektedir. Ödemiş Camisinden daha önce başka insanlar yararlanmışlardır. Şehir mezarları da aynı şekilde hayatları birleştirmektedir. Bağ ve bahçelerinden daha önceleri başkaları da yararlanmışlardır. Dünden başlayarak bugüne ulaşanlar geçmişten kendilerinin ötesinde toplumun kültürünü de getirirler. Kültürün de unsurları dikkati çeker. İnsanlar miras olarak haleflerine bir takım eşyalar ya da belgeler bırakabilir. Hatta şu anda onlara sahip olanlar ne kadar da değerli olan kaynakları korumaktadırlar. 1893 senesinde Ödemiş’te, Orman Süvari Memuru Şükrü’nün bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğun adını, Kemal koyarlar. Kemal on iki yaşında iken o zamana kadar o havalide adı hiç duyulmayan Kamalı Zeybek tarafından dağa kaldırılır. Bu tarihler Osmanlı Devleti’nin zor günleridir. Kemal Ormancıoğlu, ömrünün sonlarına doğru babasından fidye almak için kendisini dağa kaldıran Kamalı Zeybek’e dair, içinde bir kısım başka hatıralarının da bulunduğu önemli bir eser vücuda getirmiştir. Okuyucuyu etkileyecek bir anlatım biçiminde ele alınsa da Ege havalisiyle o zamana ait bilgiler ve unsurları
Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak.Tarih Bölümü Turan Akkoyun [444] zikretmiştir. Konu Ödemiş olunca zeybeklerden uzak kalmak mümkün değildir. Yazar, şu şehirler hakkında bilgiler vermektedir: Ödemiş, Tire, Bayındır, Nif, Kasaba, Salihli, Alaşehir, Kula ve Demirci. Zaman zaman daha da dışarıya taşarak Aydın, Muğla ve Denizli’ye kadar uzanır. Kitap bir roman olarak yazılmış olmasına karşın yöresel pek çok bilgiler vermektedir. Anahtar Kelimeler: Kamalı Zeybek, Kemal Ormancıoğlu, Ödemiş, Tarih, Osmanlı Devleti Local Elements of an Author’s from Ödemiş Abstract Change over time, the face of Sciences. XX. As the second half of the century history, from being a discipline dealing with the political and military events, direct the flow of life and its viewing has become a scientific discipline. Life is meant not only human life. The events of history as long as people are concerned. Date only political events, wars and struggles, next to the "direct life is also" investigates. Life is meant "human life" and what occurred, rather than the one obtained from experienced occupy a small subset of past periods. Most of the past could add, say the built-in life are protected. Those who obtained at length the history of the settlement of that place will be helpful to put forward. The document itself is a residential area. Roads, houses, baths, fountains, vineyards, gardens, cemeteries, places of worship, castles, bridges, houses, use tools. City historians show the pleasing development in recent times. Because of the city itself, "life balance", which is one of the sources of history that remains. Have paid other people have benefited from earlier mosque. City tombs combines life in the same way. Bond and others previously benefited from their gardens. From the past to arrive yesterday so bring the culture of the society beyond them. Worth noting that the elements of the culture. Successors inherited a number of people who leave items or documents. Even those who have them, how much is currently retain valuable resources. Ödemiş in 1893, a son, born in forest of Şükrü Cavalry Officer. The child's name, Kemal put. Kemal was twelve years old until then never heard it called an aura, Kamalı Zeybek removed by the mountain. These dates are hard times of the Ottoman Empire. Kemal Ormancıoğlu, towards the end of its life a ransom for his father that he Zeybek Wedge removes a mountain, a part of the body has an important work, including other memories. Considered to affect the reader in the form of a narrative, even if the information and elements of that time, he also states with the Aegean. Subject Ödemiş when it is not possible to stay away from folk songs. The author provides information on the following cities: Ödemiş, Tire, Bayındır, Nif, Town, Salihli, Philadelphia, Kula and Blacksmith. From time to time even more out of the overflow of Aydın, Muğla and Denizli extends to. The book is written as a novel, but gives a lot of local. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [445] Key Words: Kamalı Zeybek, Kemal Ormancıoğlu, Ödemiş, History, the Ottoman Empire İlimler zamanla çehresini değiştirir. XX. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle tarih; siyasi ve askeri olayları ele alan bir disiplin olmaktan çıkmış, doğrudan hayatı ve onun akışını inceleyen bir ilim dalı haline gelmiştir. Olaylar insanı ilgilendirdiği müddetçe tarihin konusudur. İnsan hayatının içine giren her şey, bu tarih anlayışında yer bulmaktadır. Yani insanın tüm faaliyetleri, tarih ilminin araştırma sahasına girmektedir. Tarihçiliğimiz çeşitli problemlerle karşı karşıyadır. Genel ya da özel hususların ayrılması veya birleştirilmesi araştırmayı şekillendirmektedir. O yüzden genel yorumlar ile özel yorumlarda farklı yöntemler uygulanmasında istikrarlı, tutarlı bir çizgi yakalamak gerekmektedir. Zira o, geçmiş olaylardan yola çıkarak bugünü ve geleceği belirlemede yardımcı olmaktadır. “Sağlam tarihçiliğin demokrasi alanındaki en belirleyici adım olduğu açıktır”1 Tarih bilimini diğer ilimlerden ayıran en önemli özellik; deney ve gözlem yapmadan, belgelere dayanan bir bilim dalı olmasıdır. Belge çoğunlukla yazılı kaynaklardır. Ancak insanın bıraktığı her türlü kalıntı belge niteliğindedir. Kısaca “hayatın bakiyeleri” diyebileceğimiz bu kalıntılar, yerleşim alanlarında varlıklarını korumaya devam etmektedirler. Zira tarih siyasi olayların, savaşların ve mücadelelerin yanında “doğrudan hayatı da” incelemektedir. Hayat, “insan”a ait olup, yaşanmış olandan elde kalan, geçmiş dönemlerin küçük bir kesitidir. Geçmişten kalabilenlerin2 çoğu, yerleşik yaşamda ortaya konulmuştur. Elde kalanlar o yerin yerleşim biriminin tarihini enine boyuna ortaya koymaya yarayacak şeylerdir.3 Yerleşim yerinin bizzat kendisi belge niteliğindedir. Yollar, hanlar, hamamlar, çeşmeler, bağlar, bahçeler, ibadet yerleri, kaleler, köprüler, evler, mezarlar, lahitler, kullanım araçları4 gibi… Bunlar tarihçilerin dikkatini
1 Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s. 14. 2 Mehmet Kaplan'a göre tarih denilince iki şey anlaşılır. Biri 'yaşanılan' öteki ise 'yazılan' tarihtir. Yazılan tarih, yaşanılanın binde biri bile değildir. Bk. Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, 8. b., Dergah Yay., İstanbul 1993, s. 48. 3 Bk. Özer Küpeli, “Şeriye Sicillerinin Şehir Tarihçiliği ve Afyonkarahisar Tarihi İçin Önemi”, Taşpınar (Afyonkarahisar), nr. 3, Kasım 2001, s. 53 4 “Aile Arşivleri Bilimselleşiyor”, Kocatepe (Afyonkarahisar), nr. 10101, 10 Temmuz 1998. Turan Akkoyun [446] çekmiştir. Ancak üzerinde pek fazla durulmayan “hemen herkesin küçük de olsa şahsi veya aile arşivi vardır.”5 Tarihin cereyan ettiği saha, yerleşim birimleridir. Şehir tarihçiliğinin gelişme göstermesi sevindiricidir. Çünkü şehrin bizzat kendisi, “hayatın bakiyesi” olan kalıntıların yani tarih biliminin kaynaklarının başında gelmektedir. Ödemiş Camisinden, bağ ve bahçelerinden daha önce başka insanlar yararlanmışlardır. Şehir mezarları da aynı şekilde hayatları birleştirmektedir. Dünden başlayarak bugüne ulaşanlar, geçmişten kendilerinin ötesinde toplumun kültürünü de getirirler. Kültürün de unsurları dikkati çeker. İnsanlar haleflerine miras olarak, bir takım eşyalar ya da belgeler bırakabilir. Hatta şu anda onlara sahip olanlar, ne kadar da değerli olan kaynakları barındırdıklarının bile farkında değildir. XX. yüzyıl Türklüğü; savaşlar silsilesinden ağır darbeler aldıktan sonra önceki zamanlardan farklı olarak “ata yurdu”nda bir ölüm-kalım savaşına girişmek zorunda kalmıştır. Milli Mücadele olarak adlandırılan bu döneme ait bilgi, belge ve fotoğrafların Anadolu insanında pek çok örneği bulunmaktadır. Bu kalıntıların yok olup gitmesini engelleyebilmek için çalışmalar yapmak, yaptırmak bilim adamlarının görevleridir. Bahsedilen durum tarihçilik ve tarihçilerle de sınırlı değildir. Mahalli araştırmaların bir kısmına bakıldığında bu durum daha iyi bir şekilde görülebilmektedir. Cumhuriyet döneminde mahalli tarihçiliğin ilk örneklerinden biri olan İzmir Tarihi, Hukukçu Raif Nezih Atakul tarafından yazılmıştır. Daha sonra da buna benzer gelişmeler meydana gelmiş ve devam etmiştir. Antalya Tarihi’ni Müzeci Süleyman Fikri Ertan, Beydağ isimli eseri Müfettiş Mestan Yapıcı, Sandıklı Tarihi’ni Subay Abdullah Özkaynak, Gökçeada’yı Hekim Mehmet Saadettin Aygen, Güzelhisar’ı Resim Öğretmeni Cevat Yıldırım hazırlayıp yayınlamıştır. Kısaca mahalli araştırmaları kaleme alıp, kendince kalıcı eserler bırakmaya çalışanların önemli bir kısmı farklı meşguliyetlerden gelmektedirler. Hem kendilerini hem de ele aldığı konuların bir kısmını yok olup gitmekten kurtarmışlardır. Onların ortak çıkış noktaları genelde “memleket sevgisi ve hasreti” olmuştur.
5 Bu hususa şurada dikkat çekilmiştir. Turan Akkoyun, “Aile Arşivleri, Şehir Tarihçiliği ve Kültürel Değeri”, Toplumsal Tarih, nr. 55, Temmuz 1998, ss. 51-53. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [447] Yaşadıklarının bir kısmını yayınlayan gazeteci bir yazardan hareketle, basitmiş gibi görünen şahsi bilgi ve belgelerin şehrin ve çevre yörenin kültür hayatı açısından değerini ortaya koymaya çalışacağız. Burada şüphesiz en önemli mesele “modern anlamdaki hatıra ve üçüncü şahısların kaleme aldıkları biyografilerdir. Buralarda bazen sözlü veya referans verilmeyen bilgilerle yazarın “kasd-ı mahsus" ile saptırmaları önemli bir problemdir.”6 Tarih, elbette belgeye dayanan önemli bir sosyal bilim dalıdır. “Vesikanın kapsamını saptamak mümkün değildir. Her şey vesika olabilir, her şey belli bir konu için yararlı malzeme olabilir. Bu araştırmacının havsalasına, görüşüne ve yararlanacağı tesadüflere bağlıdır.”7 “Devrinin olaylarına ışık tutması bakımından hatıra nevinden eserlerin kıymeti vardır. … XIX. yüzyıldan îtibâren hatırata verilen önem artmış, Sultan II. Abdülhamid, Midhat, Said ve Kâmil Paşalar ile İttihad ve Terakki'nin 1 numaralı üyesi İbrahim Temo da dahil birçok mühim şahsiyet hatıralarını yazmışlardır. Cumhuriyet devrinde Nutuk, Atatürk'ün hatıraları kabul edildiği gibi, onun mesai arkadaşları İsmet İnönü ve Celal Bayar da hatıralarını yazmış veya kaydettirmişlerdir. Hatıraların da tam bir objektiflik içinde yazılması mümkün olmayıp daima hisler ve şahsî görüşler ön plânda tutularak kaleme alınacaklarından, diğer eserlerle karşılaştırılmadan, yani tenkidi yapılmadan kullanılmamalıdır.” Görüldüğü üzere bilhassa II. Meşrutiyet devrinden itibaren ülkemizde hatıra türü yayınlarda dikkate değer bir artış gözlemlenmiştir.8 Böylelikle Türklerin çok dikkat çeken özelliklerinden birisi olan tarihi yapan ama asla yazmayan bir millet olma niteliğine aykırı bir gelişme süreci başlamıştır. Başkalarının yaptıklarını bizzat görerek onları doğru tespit edenler, tespitlerini yazıya dökenler, fotoğrafa alanlar yahut kendi yaptıklarına ait hatıralarını doğru olarak yazanlar, tarih için mühim vesikalar bırakmış olurlar; fakat her müşahede edenin hadiseleri anlayışı, istidadına ve medeni seviyesine göre türlü türlü olduğundan, müşahitlerin bu hadiselere ait hükümleri de ekseriya türlü olup biri diğerine uymaz, bazen müşahitlerin ifadelerine bakarak hadisenin hakikatini tespit etmek müşkül, hatta imkansız oluyor. Bu hususta bilhassa işlerin aslı hakkında tahkik filan yapmadan peşin hüküm vermek, telkin
6 İlber Ortaylı, Tarih Yazıcılık Üzerine, 2.b., Cedit Yayıncılık, Ankara 2011, s. 133. 7 Ay. Es., s. 134. 8 Mübahat Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 6.b., Kubbealtı Neşriyat., İstanbul 1998, s. 24. Turan Akkoyun [448] tesirinde kalmak gibi hususların rolü büyük oluyor.9 Tarih araştırmacısına düşen etki altında kalma tehlikesini ortadan kaldırmak, bilimsel sınırlar içerisinde hareket edebilmek olmalıdır. Böylelikle bize ulaşanlardan, tarih yeniden inşa edilebilir. Olayları ortaya koyarken yerleşim birimi ile şahıslardan yola çıkmak mümkün olabilmektedir. Zira oralara değer verenler toplumları oluşturan kişilerdir. Aydın oğulları ile Osman oğullarına ait değerli mimari eserleriyle Küçük Menderes yöresinde “özel bir önem” taşır.10 Mevcut bilgilere göre geçmişi Geç Kalkolitik (Maden Çağı) devrine kadar uzanan Ödemiş Kazası XIX. yüzyıl sonlarında; kuzeyinde Salihli ve Kasaba (Turgutlu) kazaları, doğusunda Alaşehir Kazası, güneyinde Nazilli ve Aydın kazaları, batısında Tire ve Bayındır kazaları ile sınırlıdır. Kendisine bağlı Birgi, Balyambolu (Beydağ) ve Keles (Kiraz) bucakları ile birlikte toplam yüz yirmi dört köyü bulunmaktaydı. Kaza merkezi ile bucak ve köylerinin nüfusu altmış bine yaklaşmaktaydı.11 Zamanın şartları içinde oldukça kalabalık, dikkate değer bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yörede dikkati çeken bir başka husus da zeybeklik ve efeliktir. Eşkıyalık konusuyla da ilişkili olan bu husus son birkaç yüz yıl için yörenin sosyal tarihiyle bütünleşmiştir. İzmir ve havalisinin zenginliği zaman zaman yerli ve yabancı “yasa dışı grupların ilgisini” yöreye çekmiştir. Bu gruplar Mersin’den Balıkesir’e, Aydın’dan Akşehir’e kadar geniş bir alanı tehdit altında tutmuşlardır.12 Osmanlı Devleti eşkıya ve zeybeklerle çok meşgul olmuş, zararlarını önleyici çeşitli tedbirler almıştır. Onları kıyafetleri, atları, silahları ile Karadağ ve Kırım savaşlarına götürmüştür. Zeybekler, buralarda devlete hizmetlerde bulunmuşlardır. Zeybeklikten vazgeçip düze inenler, kır kahveleri işletmeye başlamışlar ticari yolların güvenliklerini sağlama hizmeti görmüşlerdir. Ticari yollardan geçenlerden “güvenlik vergisi” adı altında bir vergi almalarına izin de verilmiştir. İstanbul’daki merkezi otoritenin bu tür uygulamaları ortadan kaldırma teşebbüsleri de uzun zaman almıştır.13 Yörenin hemen her devrinde
9 A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, 3. B., Enderun Kitabevi Yayınları., İstanbul 1981, s. 36. 10 Faik Tokluoğlu, Tire Çevre İncelemeleri, Karınca Matbaası Basımı, İzmir 1973, s. 3. 11 Behiç Galip Yavuz, Ödemiş’in Tarihi, 4. b., Ödemiş Belediyesi Yayını, Ödemiş 1998, s. 71. 12 Necmi Ülker, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi, I, Ticaret Tarihi Araştırmaları, Akademi Kitabevi Yayını, İzmir 1994, s. 35. 13 Mestan Yapıcı, Beydağ “Balyambolu” Palaipolis”, Sembol Matbaacılık Basımı, İzmir Nisan 1995, s. 269. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [449] mühim kazalarından birisi olan Ödemiş, Osmanlı devrinde “bir şekavet merkezi”14 olarak görülmekte ve anılmaktadır. 1893 senesinde Ödemiş’te Orman Süvari Memuru Şükrü’nün bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğun adını Kemal koyarlar. Kemal on iki yaşında iken, o zamana kadar o havalide adı hiç duyulmayan Kamalı Zeybek tarafından dağa kaldırılır. Bu tarihler Osmanlı Devleti’nin zor günleridir. Zira dünya yeni bir rekabet yarışına doğru hızla yol almakta, buna ayak uyduramayan Osmanlılar, hem Balkanlarda hem de ülkenin doğusunda Fransız devriminin ortaya çıkardığı milliyetçi ayaklanmalarla, bunlara açıktan ya da gizlice destek veren batılı teşvikçi devletlerle mücadele edememektedir. İşte bu şartlarda ülke içindeki asayişin sağlanması çokta kolay olamamaktadır. Söz konusu kesitte; aynı anda Tire ve Bayındır orman memurları da kendine bağlı olan Orman Süvari Memuru Şükrü; Ödemiş’in en büyük hanı “Şerif Ağa Hanı”nı da kiralama yoluyla işletmektedir. Ayrıca Adagide’de Hacı Yahya ile de müşterek tütün ticareti yapmaktadır. Yine Ödemiş’te Ohannes isimli bir Gayri Müslim ile un ticaretine başlamıştır. Bir müddet sonra da işlettiği hanın bir kısmını kıraathaneye çevirmiştir. Şükrü Bey bu işlerle meşgulken zenginleşmiştir. Karısının da çok zengin olduğu bilinmektedir. İmkanları ve namı bu şekilde artan Şükrü Bey eşkıyaya, 200 altın fidye vererek oğlunu kurtarabilmiştir. 1905 yılında cereyan eden bu çocuk kaçırma olayı, daha sonrasına çeşitli cephelerden de yansımıştır. Her şeyden evvel havalide yeni bir zeybek grubu ortaya çıkmıştır.15 Çocuğu kaçırılan aile can güvenliğinden endişe etmiş, huzursuz olmuş olacak ki Ödemiş’ten ayrılmış, yine İzmir’in bir diğer kazası Nif’e yerleşmiştir.16 Soyadı kanunundan sonra babasının mesleğini, ailesine isim17 seçen Kemal Ormancıoğlu, ömrünün sonlarına doğru babasından fidye almak için kendisini dağa kaldıran Kamalı Zeybek’e dair, içinde başka hatıralarının da bulunduğu bir eser18 vücuda getirmiştir. Okuyucuyu etkileyecek bir anlatım
14 Zeynel Besim, Çakcı Efe, İzmir Ticaret Postası Gazetesi Neşri, İzmir 1934, 146. 15 Zeybek grubunun liderine “efe” denilmekle beraber, bunun tek istisnası Kamalı Zeybek olmuştur. Hayatına dair romanlar kaleme alınmıştır. Bir örnek Murat Sertoğlu, Kamalı Zeybek, İtimat Kitabevi Yay., İstanbul 1976. 16 Bağyurdu Eski Belediye Başkanı İsmail Ulusan, 11.10.1991. 17 Türklerde aile isimleri, o aileyi genel olarak o aileyi tanıtmak için asırlardan beri mevcuttur. Kef. Elif. “Aile İsimleri”, Yanık Yurd (İzmir), nr. 224, 28 Eylül 1341/1925. 18 Kemal Ormancıoğlu, Kamalı Zeybek, Kültür Matbaası, İzmir 1963. Turan Akkoyun [450] biçiminde ele alınsa da Ege havalisiyle o zamana ait bilgiler ve unsurları zikretmiştir. Yazarın 21 Nisan 1968 tarihinde vefatı İstanbul ve Afyonkarahisar basınında geniş yer bulmuştur. Milliyet Gazetesi ölümünü okuyucularını şu şekilde duyurmuştur:19 “İzmir’in Eski Bir Gazetecisi öldü. İzmir’in en eski gazetecilerinden Kemal Ormancıoğlu önceki gece vefat etmiştir. Yetmiş altı yaşında ölen Ormancıoğlu İstanbul’da Hukuk öğrenimi görmüş askerlikten sonra gazeteciliğe başlamıştır. 50 yıla yakın gazetecilik hayatı olan Ormancıoğlu son olarak Ege Ekspres Gazetesinde muhabirlik yapmaktaydı.” Afyonkrahisar basınının sembollerinden olan Türkeli gazetesi de yayınladığı şu haberde20 yazarın hayatına dair çok önemli ipuçları ortaya koymaktadır: "İzmir'in en yaşlı gazetecisi ve yazarlarından Kemal Ormancıoğlu dün gece vefat etmiştir. 76 yaşında hayata gözlerini yuman Ormancıoğlu, Rüştiye ve İdadi tahsillerini İzmir'de tamamlamış, bir süre İstanbul Hukuk Fakültesine devam ettikten sonra Birinci Cihan Harbinde yedek subay olarak Çanakkale savaşlarına katılmıştır. 50 yıllık gazetecilik hayatında Türk basınına değerli hizmetlerde bulunmuş olan merhum Ormancıoğlu, bu arada Ege'deki milli kahramanlar ve zeybekler hakkında seri makaleler yazmış ve bunları kitapta toplamıştır. Ormancıoğlu'nun cenazesi yarın öğle namazında sonra Kemeraltı Camiinden kaldırılacaktır." Bir gazeteci olarak geride bıraktığı eserlerinde yörenin son bir, bir buçuk yüzyıldaki sosyal yaşamının bir simgesi haline gelen eşkıyalık üzerinde durmuştur. Batı Anadolu’da yaşayan azınlıkların Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini gündelik yaşamdan örnekleriyle anlatmıştır. Dağa kaldırılmadan önce Kemal, Rüşdiye tahsilini bitirmiş; Abdüllatif hocanın medresesinde bina, maksut, avamil tahsiline devam etmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla “sarf nahiv” yani kelime yapıları ve kelimelerin cümle içindeki görevleri ile cümle yapıları eğitimi almıştır. Fesinde de beyaz bir sarıkla dolaşmıştır. Bu arada ata ve biniciliğe merak sarmış, babasının "Maksut" ve "Derviş" isimli yarış atlarını kullanmıştır.
19 “İzmir’in Eski Bir Gazetecisi Öldü”, Milliyet, 23 Nisan 1968. 20 Türkeli, nr. 2282, 24 Nisan 1968. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [451] Ailesi o zamanki ismi Nif olan, Kemalpaşa’ya yerleştikten sonra muharrir olur.21 XIX. yüzyılda vilayet matbaasının kurulmasıyla ilk örneklerini veren İzmir basını zaman zaman silikleşmiş “inişli çıkışlı yapısı” olmakla22 birlikte Türk basını içinde seçkin yerini korumuştur. Yeni Asır Gazetesi’nin patronu kendisine maaş bağlamıştır. Bu yüzden “İzmir’in maaşlı ilk taşra muhabiri”23 kabul edilir. Hoş sohbet24 ancak “çok savruk” ve dağınık25 bir şahsiyet olan yazar, Türkiye’de çok partili siyasal yaşama geçilmesi ve Demokrat Parti’nin iktidarı devralmasından sonra bu partiden Belediye Meclisi Azalığı’na seçilmiş, böylelikle eski “savruk” görüntüsünden kurtulabilmiş, hayatına bir düzen gelmiştir. Bugün İzmir basınının ve Kemalpaşa’nın ileri yaşta bulunan şahsiyetleri; kendisini alkole düşkün bir gazeteci olarak hatırlamaktadır. Ayrıca Fatma Hanım ile evlendiği ve bu evlilikten Nail isimli evlat sahibi olduğu, Rumca ile Fransızca bildiği; dile getirilmektedir.26 Çok partili dönemlerde İzmir’de yayınlanan Ege Ekspres Gazetesi’nde muharrir olarak çalışan Ormancıoğlu, bu gazetenin istihbarat şefi Suat Eryalman’ın ısrarı ve teşviki ile Kamalı Zeybek isimli belgesel romanı kaleme almıştır. Eryalman’ın daktilo metnini bizzat kendisinin hazırladığı eser, kalemle takriben üç bin sayfa tutmuştur.27 Eser tefrika edilmeden evvel, II. Sultan Mahmut devrinde Batı Anadolu’da Müslüman ahaliyi her yönden tehdit eden ve iki yüz kadarını öldüren Katırcı Yani’nin idamına dair bir yazıda II. Sultan Abdülhamit devrinde Ege dağlarındaki efe ve zeybeklere dair bir tefrika yayınlayacağını belirtilerek, okuyuculara duyurulmuştur. Belgesel hatıra ve roman şeklinde kaleme alınan eser, ifade edildiği gibi bir zeybek tefrikasından öte; o devirde “zeybek menbaı” olarak kabul edilen Ödemiş’te yaşamış olan çağdaş bir kalemin gözlemleri niteliği de taşımaktadır. Doğrudan hatıra olarak değil gazete tefrikası şeklinde hazırlandığı, “okuyucuya yönelik” olduğu hatırdan uzak tutulmamalıdır.
21 Şinasi Revi, 04.06.1993. 22 İzmir basının kuruluşundan 1938 yılına kadar ki serüveni için bk. Zeki Arıkan, İzmir Basın Tarihi (1868-1938), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2006. 23 Şeref Üsküp, Ege’de İlginç Olaylar, İzmir 1992, s. 142 24 İsmail Ulusan, 11.10.1991. 25 Şeref Üsküp, 03.04.1990. 26 İsmail Ulusan, 11.10.1991. 27 Ay. Es., (Suat Eryalman, “Kamalı Zeybek ve Kemal Ormancıoğlu”), s. 3-4. Turan Akkoyun [452] Konu Ödemiş ya da Ödemişli bir yazar olunca zeybeklerden uzak kalmak zaten mümkün değildir. Zeybeklik ile efelik; Adalar Denizi kıyılarından, İzmir, Aydın havalisinden uzak tüm Batı Anadolu’yu kapsamaktadır.28 Zeybekler konusuna ilgi hemen her dönemde devam etmiştir. Çakıcı Mehmet Efe’nin ölümünden yirmi seneden fazla geçtikten sonra bir resminin bulunduğu haberi ve açıklaması gazetelerde yankı bulmuştur.29 “Çakırcalı Mehmet Efe, Poslu oğlu Mehmet Efe, Kamalı Zeybek mertlikleri ve eşkıyalıkları ile tanınan Efelerdi. Kamalı Zeybek, Çakırcalıya rakip olmuş bir çetenin efesiydi. Çakırcalıyla yaptığı bir çatışmada yaralanıp topal kalmıştı. Bunların türküleri hala dillerde dolaşır.”30 O günkü toplum içinde yer alan azınlıkların eşkıyaları da yaptıkları zulüm ve vahşetlerle zaman zaman kendisinden söz ettirmiştir. Bunların en meşhuru da şüphesiz Katırcı Yani isimli Rum eşkıyasıdır. Onlar bir taraftan normal eşkıyalığı ile gündemi işgal etmiş olmalarına karşın Fransız devriminin ortaya çıkardığı milliyetçilik akımının verdiği etkiyle yabancı devletlerin de sürekli takibindedirler. Ödemişli yazar Ormancıoğlu’nun düşüncesi ile kalemi doğal olarak bu konular üzerinde yoğunlaşıp, iki önemli eser vücuda getirmiştir: 1. Kamalı Zeybek 2. Katırcı Yani Eserlerin isimlerinden de anlaşılacağı üzere XIX. ve XX. yüzyıl eşkıyalığına dair önemli bilgilere sahip olan yazar, her şeyden önce “efelik ve zeybeklik” mevzularını “yeni nesil için tenvir” etmekle işe başlamıştır.31
28 Çeşitli örnekler için bk. İbrahim Köken, Emirdağın Çevresindeki Aşiretler, ş.y. t.y., s. 7; Alaattin Gürırmak, Simav’da Yaren Geleneği, İzmir 1999; Tülay Er, Simav İlçesi ve Çevresi Yaren Teşkilatı, ş.y. 1984; Yaşar Aksoy, “Ege Yarenleri”, Yeni Asır, 2 Temmuz 1997; Niyazi Yılmaz, Afyonkarahisar Sandıklı’da Kültür ve Sanat, Ankara Ocak 2001, ss. 132-144; Süleyman Sırrı Üçer, Karahisar Tarihinden: Karahaydaroğlu…”, Afyon’da Haber, nr. 1644, 13 Nisan 936. 29 M. Şükrü, “Çakırcalı Efe”, Halkın Sesi(İzmir), nr. 1097, 15 Şubat 1934. Gazeteci Kontes Çakıcı Mehmet Efe ile görüşme planlamış ve bunu başardığında “Kontes Çakıcı ile görüşmeğe başladı. Bir aralık kontes Çakıcıya bir fotoğrafını çekmek istediğini söylerse de, Çakıcının buna şiddetle itiraz etmesi üzerine elindeki kağıda Çakırcalının kara kalem bir remini yapmaya muvaffak olur. Bu resim, hatıratını havi kitapta neşrolunmuştur.” Gazete nüshasında “Çakırcalının Kontes tarafından yapılmış resmi” ibaresinin üzerinde kara kalem resim yayınlanmıştır. 30 Bedri Noyan, “Aydın ve Dolaylarında Tanınan Ünlü Efeler”, Hür Efe(İzmir), nr. 12890, 8 Eylül 1993. 31 Ormancıoğlu, a.g.e.., s. 5. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [453] “Bölgemizde ciddi tanınan, doğru konuşan, mertliği ile şöhret bulan kimselere; bu mümtaz hasletlerden dolayı ‘efe’ diye hitap edilmektedir.”32 Yazar “bu mümtaz hasletler”i şahsında toplayan bu insanları şekavet yapmasını, kanun ve nizamlara karşı gelmelerini, adam öldürmelerini, fidye-i necat almak için dağa çocuk kaldırmalarını ve halkın huzurunu kaçırmalarını “tek kelime ile cahillik....” (s. 69) olarak açıklamaktadır. Daha sonra Kamalı Zeybek hakkında malumat vermeye başlar: Asıl adı Mustafa olan ve Ödemiş’in Karacaova Köyünde doğan, çocukluğu oldukça sakin geçmesine rağmen on beş yaşından itibaren hırçınlaşan, on sekiz yaşında da o havalide hemen her erkeğin gönlünde yatan zeybekliğe heves eden, ailesinin itiraz ve müdahalelerine rağmen kazaya gelerek kendisine mükemmel bir zeybek elbisesi tedarik33 eden ve bir de silahlık34 alan, ardından buna bir silah35 ekleyen Kamalı Zeybek; Ödemiş, Tire, Bayındır, Turgutlu, Parsa, Salihli, Alaşehir, Nif, Bozdağ ve Karıncalıdağ mıntıkasında kendine bağlı zeybek grubu ile şekavet hareketlerinde bulunmuştur. Esas konuya girmeden önce diğer çetelerden de bahseden yazar, bunların en meşhurunun Çakıcı Mehmet Efe olduğunu haklı olarak belirttikten sonra, onun “adeta hükümranlığı altında” olan yerleri sıralar: Ödemiş, Tire, Bayındır,
32 Ay. yer.; Bir iddiaya göre, “zeybek” gemici demektir. Buna göre, “gemici”ler bu yöreden hareketle İtalya’da Etrüks Devleti’ni kurmuş, Etrükslerin gemicileri “zeğbekler(palalılar)” Anadolu medeniyeti ile eşyasını Avrupa, Afrika sahillerine, Girit ve Teselya’ya, M.Ö. IV. binden M.Ö. 1600 senelerine kadar taşımışlar, “palalılar” isminin de Grekçe’de “...es” çoğuluyla yapılan “palages” olduğu, daha sonra denizden, karadan, önden ve arkadan gelen saldırılar deniz adamı deniz adamı “zeybeği” ve “efe”yi dağlara düşürmüştür. Bk. H. Hilmi Bayındır- H. Fehmi Poyrazoğlu, Aydın Kenti, Aydın 1966, ss. 29-37. 33 “O zamanlar zeybek elbiselerini, mahdut terziler diktirmekte idi. Bunlar, Osmanlı teb’asından olan Rumlardı, bu sanat onlara aitti. Zeybek elbiselerinde o kadar incelik vardı ki, bunları işlemek ve beğenilecek hale getirmek için usta terzilerin kalfa ve çırakları ile aylarca uğraşması gerekirdi. Bazı Rum terzileri, zeybeklerden aldıkları dikim parası ile zengin olmuşlardır. Bu terzilerin şekavet yapan zeybek çetelerine hafiyelik ve yataklık ettikleri de işitilmiştir. Zeybeklerden büyük menfaatler temin eden bu kabil terzilerin, böyle işlere tevessül etmeleri Müslüman Türklere karşı duydukları kin ve garezden ileri gelmekteydi.”, Ormancıoğlu, a.g.e., s. 7. 34 “... bir şahsın, tam bir zeybek kıyafetine bürünebilmesi için ayrıca silahlığa da ihtiyacı vardı. Bu silahlıklar, saraçlar tarafından imal edilmekte idi. O zamanlar saraçların en gözdesi ve baş ustası rahmetli Şükrü Saraçoğlu’nun babası Mehmet Usta idi ki, nurani ve güler yüzlü olan bu zat, Ödemiş halkının sevgi ve sempatisini kazanmıştı...” Ay. yer. 35 “...Nihayet namlusu gümüş bileziklerle süslenmiş bir martinle köyüne döndüğü işitildi...”, Ay. yer.; “O zamanlar dağlarda dolaşan eşkıya çeteleri, her türlü malzeme ile mücehhez idi. Silahlarından ayrı olarak dürbünleri, kazmaları, yara sarmak için pamuk ve sargı bezleri ile çeşitli ilaçları da vardı.” Ay. Es. s. 28. Turan Akkoyun [454] Nif, Kasaba, Salihli, Alaşehir, Kula ve Demirci. Bazı zamanlarda faaliyet alanı daha da genişleyerek Aydın, Muğla ve Denizli’ye kadar uzanıyordu. Onun dışında “sayısı on beşi geçen çeteler”in başında Poslu Efe’nin bulunduğunu belirtmiş, diğerlerinden ise hiç bahsetmemiştir. İdare Çakıcı Efe’yi kollayıp diğerlerini ortadan kaldırma yönünde bir politika izleyerek kendisine “kır serdarı”36 unvanı vererek onu “yüze indirdi.” Zeybek ve efeliğin bu derece yaygın olduğu ve mahalli asayişin pek bulunmadığı 1905 yılında Kamalı, beş arkadaşını yanına alarak “dağa çıkar.” Sözü yazara bırakırsak37: “Beş kişilik avanesi ile dağa çıkan Kamalı, kısa zamanda kızanlarının adedini on ikiye çıkardı. Ve ne garip bir tecelli ki, ilk denemesini rahmetli babamda yaptı ve babamdan para sızdırmak için beni dağa kaldırdı. ...” Şükrü’nün maiyetindeki orman kolcuları Hüsnü ve Mehmet Ali vasıtası ile “sivri külah tahtacıları”nı takip ettirmesi neticesinde, tahtacılar kendisine düşman olur. Kamalı Zeybek ile irtibat kurarlar, o da orman korucusu Mehmet Ali’yi bularak Şükrü’nün oğlu Kemal’i, Datbey civarına getirmesini ister. Mehmet Ali Efendi, Kamalı’dan aldığı direktif üzerine enteresan bir plan çizdi. Korkak ve o nispette evhamlı olduğu için bir an evvel harekete geçmek istiyordu. Fakat biz onun ne yapmak istediğini bilmiyorduk tabii... Sabahleyin babama şu teklifte bulundu. “- Yarış atları ile kasabanın etrafında bir gezinti yapalım. Hem çocukla beraber biraz hava alalım, hem de atların ayaklarındaki tutukluk geçsin.” Babamın Mehmet Ali Efendi’ye büyük itimadı vardı, şöyle dedi: “-Olur... Maksut, haşarı bir attır, buna sen, Derviş’e de Kemal binsin. Hem pek uzaklara gitmeyin. Ne olur ne olmaz, civarda eşkıyaya rastlamanız mümkündür, görüyorsunuz ya, keyf için adam öldürüyorlar. Şöyle Mezarlıkbaşı’ndan, hastahane önünden dolaşır, sonra çatal yoldan istasyona iner ve hana dönersiniz.” İşin ilginç tarafı, babamın çizdiği yol güzergahı Mehmet Ali Efendi’nin muhayyilesinde hazırladığı programa uygun geliyordu. Çünkü Datbey köyüne Mezarlıkbaşı ve hastane önünden gidiliyordu.
36 “Kır serdarı” tabiri hemen bütün zeybek-efe eserlerinde zikredilmesine rağmen bugüne kadar bu tabiri kapsayan bir belgenin yayınlandığını görmedik. 37 Ormancıoğlu, a.g.e., s. 8 vd. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [455] Bu yolları takiben Datbey köyü civarında bir koruluğa geldiğimiz zaman, kenardaki hendeğe sinmiş ve silahlarını bize çevirmiş olan iki zeybekle karşılaştık. “- İn ülen aşağıya” Hayvanlardan indik. Zeybekler bizi önlerine kattılar ve koruluğa götürdüler. Bazı yerlerde zeybeklere rastlıyorduk. Bunların nöbet tuttukları anlaşılıyordu. Biraz ilerledikten sonra bir zeybek topluluğu ile karşılaştık. Buna çepeçevre oturmuş rakı içiyorlardı. Onları görünce tuzağa düştüğümüzü -daha doğrusu düştüğümü anladım ve rahmetli babamın bu konuda Mehmet Ali Efendi’ye yaptığı ikazı hatırladım. amma iş işten geçmişti. Bir köşeye sindim, korkudan ve heyecandan ağlıyordum. Mehmet Ali Efendi de bir kenara çekilmiş, başını eğmiş düşünüyordu. Kısa zaman sonra zeybeklerden bir tanesinin ayağa kalktığı, bir diğerinin de curayı eline alarak bir zeybek havası çalmağa ve ayaktakinin ise oynamağa başladığını gördük... Oyun devam ederken yerde oturan zeybeklerden bir tanesi, -ki bu adamın çete reisi Kamalı Mustafa olduğunu sonradan öğrendim- elinde bulunan rakı kadehini bana uzattı, içmemi teklif etti. Tekrar ağlamağa başlamıştım ki, zeybeklerden bir tanesi gazaba gelerek dizinin üstünde bulunan martini bana çevirdi ve bağırdı: “- İç ülen, zina” Kamalı, kadehi tekrar bana uzatırken, zeybeğe bağırdı: “- Rakı içmedi diye cana kıyılmaz, çevir silahını...” Hayatımda hiç rakı içmemiştim, ne olduğunu bilmiyordum. Fakat çarçanar (ister istemez) Kamalı’nın uzattığı kadehi aldım, bir dikişte boşalttım. Beynimde şimşekler çaktı, dünya yıkıldı zannettim.”38 “Ne tuhaf tecelli ki, Kamalı’nın elinden tattığım rakıyı elli sene kullandım ve güç bela bırakabildim. Zeybekler oyuna ve içkiye devam ederken Kamalı Mustafa, Mehmet Ali Efendi’yi yanına çağırarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Kısa zaman sonra Mehmet Ali Efendi yanımızdan ayrıldı ve kenarda duran atlardan birine binerek gözden kayboldu.
38 Bu olayın ileride alkol müptelası olmasının bir başlangıcı olmuştur. Zira bu tarihte medresede tedris görmekte idi. Turan Akkoyun [456] Onun gidişi içime daha büyük bir korku getirdi. Akıbetimin ne olacağı endişesi ile kıvranırken Kamalı’nın emri ile zeybek oyunlarına son verildi, bu defa türküler başladı. Üç telli bir cura tempo tutuyor, zeybeklerden biri avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Dün gibi hatırlarım, bu türkü şöyle başlıyordu. “A kızım, seninle bir bahçe tutalım, Meyvesini yiyelim, gülünü koklayalım...” Ve sonra cura, tempo tutuyordu: “zıngıtr tak... zıngır tak tak...” Birbirini takip eden Türküler, zeybekleri coşturdu, aşka getirdi, silahlar patlamaya başladı. Kimisi havaya fırlatılan paraya mermisini isabet ettiriyor, kimisi de o sıralarda eşkıya takibine memur edilen ve Makedonya’dan getirilen Arnavutları kaşlarının arasından vurmak için staj yapmak istediklerinden mefruz vesile arıyorlardı. Bunun için olacak, zeybeklerden bir tanesi bana seslendi: “- Kalk ülen zina, ayağa...” Tekrar ağlamaya başladım, kendimi yerden yere vurdum. Beni öldürmemeleri için yalvarmaya, ayaklarına kapanmağa başladım. Dinleyen olmadı. Nihayet biri beni yerden kaldırdı, kollarımı sıkı sıkı tuttu ve havaya kaldırdı. On metre kadar ileride olan diğer zeybek: “- Kıpırdanma ülen.” İhtarını çeker çekmez tetiğe dokundu, sarıklı fesim başımdan yere düştü... Bayılmışım... Ayıldığım zaman orman korucusu Mehmet Ali Efendiyi karşımda gördüm. Babamdan getirdiği fidye-yi necatı, yani cankurtaran parası olan 200 altını Kamalı Mustafa’ya teslim ediyordu. Kamalı’nın bir müddet evvel Mehmet Ali Efendi’yi yanına çağırtıp, kulağına bir şeyler fısıldaması bunun içinmiş... Sonradan Mehmet Ali Efendi’den öğrendiğime göre, rahmetli babam, biricik oğlunu feci akıbetten kurtarmak için, bu parayı büyük bir heyecanla vermiş... O zamanlar dağlarda dolaşan şakiler, bu işi sık sık yaparlar ve çok miktarda para sızdırırlardı. Bazıları paraları alınca çocukları bırakır, bazıları ise öldürürdü. Şakilerin sağı solu belli olmadığı, merhamet ve vicdanla asla alakaları bulunmadığından ölüm onlar için bir hiçti. Bu yüzden bazı çocukların Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [457] kafaları vücutlarından ayrılarak Hükümet binaları önlerindeki çınar ağaçlarına asılmışlardır... Kamalı çetesi, çocuk öldürmezdi. Eğer böyle olsaydı hem babamın altınlarını alır, hem de beni yok ederdi. Fakat ne olursa olsun, o anda akıbetimden endişe ediyordum. Kamalı Mustafa, cankurtaran parasını aldıktan sonra beni salması lazım gelirken bunu yapmadı, bir müddet daha alıkoydu ve Mehmet Ali Efendi’ye dönerek şöyle dedi: “- Bana bak Mehmet Ali. Ormancı Şükrü’ye benden selam söyle.. Sivri Külahlı Tahtacılarla fazla uğraşmasın, arada sırada gözünü yumsun. Şayet benim bu arzumu yerine getirmezse kendi bilir, akıbeti kötü olur, anladın mı?” “- Anladım efem” “- Ha.. Ormancıya şunu da söyle... Kiraladığı hanın üst tarafındaki odalardan üç tanesini benim kızanlar için ayırsın, başka kimselere kiralamasın. İcabında bu odalar bize lazım olacaktır. Şayet odaları ayırmaz, ırın gırın ederse topuklarından itibaren başına kadar derisini yüzerim.” “- Olur efem, başka bir isteğin var mı?” Mehmet Ali Efendi’nin bu sorusunu kızanlardan biri şöyle cevaplandırdı: “- Ormancının hanının üç dükkan berisinde Mimiko Kafadaris isimli bir Rum terzi var. Bu terzi benim elbiselerimi dikmişse, ormancıdan 35 altın al, terziye ver, sen de elbiseleri bana getir.” “Elbiseleri nereye getireyim?” Mehmet Ali Efendi’nin haklı olarak sorduğu bu suale zeybek cevap veremedi. Çünkü dağ dağ dolaşan bu çeteyi aramak da müşküldü. Kamalı Zeybek, bunun üzerine şöyle dedi: “- Zeybek Osman’ın elbiselerini aldıktan sonra yolun düştüğü zaman Karacaova köyünde bizim eve bırak...” ” Yazar, hemen sonra o anki psikolojik sıkıntıyı uzun anlattıktan sonra Kamalı Zeybek’in, “- Ne duruyorsun yahu? Ne laf anlamaz adamsın sen? Ülen sana bu çocuğu al da babasına götür demedim mi? Ne diye man gibi yan geliyorsun?” sözleriyle oradan hemen ayrılırlar.39 II. Abdülhamit devri Batı Anadolu’sunda eşkıya takibi ile nam salan Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, olaydan sonra her ikisini Jandarma Karakoluna davet ederek ifadelerini aldı.
39 Ay. Es., ss. 10-18. Turan Akkoyun [458] Kamalı Zeybek, bu vukuatından sonra Nif’in Sofular köyüne gelerek izini kaybettirmeye çalışır (s. 19). Ancak bu köyden Hıdıroğlu Süleyman’ın ihbarı ile yeri, müfrezeler tarafından tespit edilir.(s. 21) Alınan tertibatla yazarın adını hatırlayamadığı bir yüzbaşı ve yanındaki Denizlili Mehmet Ali Başçavuş ile Bayındır Takip Bölüğü’nü idare eden mülazım Kazım Efendi, Kamalı’yı bulunduğu yerde ablukaya alsalar da Kamalı firara muvaffak olmuştur (s. 22- 24). Kamalı önce Kartalkaya’ya hemen sonra Parsa’nın Kazancı mevkiine (s. 27) geldi. Üç gün sonra Parsa’nın zengin Rumlarından Papazoğlu Mimiko’yu dağa kaldırdı (s. 34). Üç gün rehin tuttuktan sonra bin altın karşılığında onu serbest bırakıp (s. 39), Ovacık yaylasına geçti (s. 40). Yapılan müsademeden firar ederek Parsa-Armutlu-Mahdut dağlarını aşarak “2 bin yıl önce yaşamış olan Lidya krallarının şaşalı saltanat sürdükleri Nif dağına40 geldiler....Sultan Mahmud devrinin azılı şakilerinde Katırcı Yani çetesinin karargah ittihaz ettiği Manastır mevkiinde bir harabeye yerleştiler.” Bu arada martinleri değiştirerek Alman mavzerleri ve mermileri aldı (s. 43- 44). Peşine düşen takip kuvvetleri; Ören, Mahmut, Armutlu dağlarını tarayarak hatta Nif Dağında 275 kişilik bir sayıya ulaşıp çeteyi ablukaya aldılar ancak Kamalı çemberi yarıp bu defa Bayındır dağları üzerinden Bozdağ’a gitti (ss. 47- 48) Bu arada meşhur, çok ocak söndüren Yılık Abdi’nin, Çakıcı Efe tarafından bir bağ evinde kıstırılarak, başı kesildi (ss. 48- 52). Eşkıyalığa devam eden çeteler bir taraftan takip müfrezeleri diğer taraftan da affedilen eski şakiler tarafından aranmakta idilerse de Bayındırlı Mehmet Efendi’nin telgrafından bu birliklerin beraber hareket etmedikleri ortaya çıkmaktadır.41
Kamalı bir müddet Bozdağ’da kaldıktan sonra Ovacık Yaylası üzerinden Parsa’ya döndü. Burada kundura tamirciliğine başladı (ss. 62- 64). Ancak kimliği çok kısa zamanda ortaya çıkınca oradan Kokluca’ya geçti (s. 67). Takip müfrezeleri orada da kendisini rahat bırakmayınca tekrar Ödemiş’e, Adagide
40 “Filhakika tarihen sabittir ki Nif ormanları dünyada misli görülmeyen güzellik ve kesafettedir. Nice krallar bu ormanların arasında saray kurmuş, saltanat sürmüşlerdir. Bunun aksine olarak nice meşhur şakiler bu ormanlar arasında dolaşarak kendilerini muhafaza etmişler, zenginlerden külliyetli miktarda altın sızdırmışlardı...” , Ay. Es., s 44. 41 “Takib-i eşkiya memur Zaptiye Alay kumandanlığı Canib-i Alisine Afv-ı şahaneye mazhar olarak kır serdarları namı altında eşkıya takibine memur edilen vazifelilerin bu takiplere iştirak etmek üzere emir ve kumandanlarımız altındaki bölüklere katılmamaları hayretle müşahede edilmiştir. Bu kır serdarlarının vücutlarından ne zaman ve ne şekilde istifade edileceğinin bildirilmesini müsaade-i alileri ile rica ederim, efendim.” Ay. Es. s. 57. Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [459] mevkiine, dönecek; oranın yanı sıra Adagüme, Bademye ve Balyanbolu civarında sık sık yer değiştirip durdu (s. 75- 76). Çırpı köyü yakınlarında bir Kamalı-Çakıcı müsademesi daha yapılmış, her iki zeybek grubu reisi de birbirine üstünlük sağlayamamıştı (ss. 78- 82). Kamalı müsademe sonrasında Tire istikametini takip ederek Adagide dolaylarına giderek bir mağaraya sığınmıştı. Çetenin çok hareket etmesi hem kendilerini yormuş hem de efradı arasında, gelecek hakkında fikir ayrılığına sebep olmuştu. Ancak yine de teslim olma yönünde hareket edilmedi. Kaymakçı üzerinden, Gölcük Yaylası altından geçerek Salihli hududu dahilinden Kasaba’nın Irlamaz köyüne geldiler (s. 89). Takip müfrezeleri ile tekrar karşılaşıldı ise de Kamalı yine firar etmeye muvaffak oldu.42 Daima firar etmesi ise türlü şaiyalara sebep olmakta ve yerini kaybettirmesini kolaylaştırmakta idi. O, Keles, Balyanbolu ve Bademiye köyleri arasında daima yer değiştirmekte idi. Buralarda rahat nefes alması pek mümkün görünmediği için Alaşehir’e doğru yöneldi (s. 99). Sart’ta iken yeniden ama bu kez zaptiye birliği tarafından muhasara altında alındı ise de yine de firara muvaffak oldu (ss. 104- 107). Kamalı yeniden Kasaba’ya geldi. Orada da fazla kalmayıp Alaşehir ovasına gitti. Burada da bir kere daha, ama çok zorlu bir baskın yaşadı. Bundan da kurtulmasını bildi (ss. 108- 115). Çakıcı’nın yatağı olan, Pandeli, Ödemiş’in en zengin adamlarından idi. Yağ fabrikası vardı. Kamalı kendisinden 5.000 altın istedi, o da bunu atlatma yoluna gitti. Bunun üzerine Kamalı, Pandeli’yi öldürdü. Bu hâdise başta Rumlar olmak üzere tüm Ödemişliler üzerinde infial uyandırdı. Müslüman Türkler ve Rumlardan bir kısmı Ödemiş kaymakamı Hilmi Bey’e giderek “can ve mal emniyet...”lerinin kalmadığını beyan etmişlerdir. Bu şikayetlerinde o kadar ileri gittiler ki Alay Kumandanı Galip Bey hiddetlenerek Rum metropoliti Vafidas’ı tokatladı. Metropolit, gerçekte Etnik-i Eterya üyesiydi. Bu ise Müslüman Türkleri çok memnun etmiştir. Rumlar ise üç gün dükkanlarını açmayarak “güya” olayı protesto etmişlerdir. Bu arada Rum palikaryaları da intikam için Urla, Seydiköy, Kokluca, Buca, Bornova, Kilizman ve Bozyaka gibi yerlerde Müslümanlara eziyet etmişlerdi. Bir anda her yerde alış-veriş durdu. İzmir’in köklü ve meşhur gazetesi Ahenk’de “Saye-i Şahanede asayiş berkemaldir” veya “Saye-i hilafetpenahide Manisa ve havalisihe yağmur nüfuz etmişdir”
42 “Bu davanın bir türlü düzenlenmemesinin sebebi, takiplerde görülen betaatten değil, dağlarda dolaşan eşkıyanın yılan cinsinden olmasındandı. Daha açık bir ifade ile çetelerin muhiti çok güzel tanımaları ve istediklerini kolaylıkla bulabilmelerindendi” Ay. Es., s. 97. Turan Akkoyun [460] yahut “Kamalı çetesi ankaribüzzam te’dip ve tenkil edilecekdir.” şeklinde yazılar yazmaktaydı (ss. 115- 123). Pandeli’nin öldürülmesi üzerine saraydan yazı gelir ve yazıya gerekli cevaplar verilir (ss. 123-124). Hemen sonra Çakıcı ile Kamalı bir kere daha karşılaşır (ss.126- 131). Ardından da Rum çete reisi Koklucalı Vasil ile Kamalı arasında karşılıklı tehdit mektupları yazılır. Kamalı, Rum eşkıyasını öldürür. Hâdisenin akisleri çok daha büyük olur. Saray ile yeniden yazışmalar gerçekleştirilir (ss. 131- 136). Zeybek grubu; aslen Rum, Amerikan vatandaşı olan Bulgurca civarındaki Adamoplu’nun çiftliğine uğrar. Burada iken affedilmek durumu gündeme gelir zira vali Kamil Paşa ile oğlu Sait Paşa da oradadırlar (ss. 144- 148). Oradan ayrılıp, Cumaovası’na giderler. Bu arada Kaptan Dimitro’nun çetesi ile karşılaşırlar ve "onları çil yavrusu" gibi dağıtırlar. Rast geldiği tüm Rum çeteleri ile çatışmaya girerek onları tepelemeye başlarlar. Seydişehir’de örfi idare kurulur. Yakalandıklarında muhakemelerinin “mahfuzen” yapılmaları kararlaştırılır. Yine idare çalışmalarını devam ettirirken “Hristo, Manol, İspiro, Tanaş, Zahari” isimli Rum çete mensupları yakalanır ve muhakemede hepsi idama mahkum edilir. Karar Rumları tedirgin etti. Alış-verişi bıraktılar, dükkanlarını kapattılar. Saray ise gelişmelerden gayet memnundu. Rum çete reislerinden Çakonas, Valiye tehdit mektubu yazacak kadar ileri gitti. Saray bu arada Kamalı’nın yakalanmasını istedi. Oysa o tarihte Kamalı, zaptiyelere yardımcı bir vaziyette idi (s. 148-169). Gelişmeler devam ederken aslen Trabzonlu olan ve eşkıya takibinde tecrübesi olan Mülazım Cafer Efendi takiple görevlendirilir (s. 170). O, Rum çetelerinin çoğunu bertaraf ederek teslim alır. Bunlardan meşhur olanlarından biri Miltiyadi çetesidir (s. 173). Bundan sonra Çakıcı’nın peşine düşen Kamalı, Ayasuluk’un Belevi gölü civarına gelir. Ayrıca Keçi Kalesine Rum çetelerince kapatılan bir Türk kızını da kurtarır (s. 173- 185). Çakıcı’yı bulamayan Kamalı onun yatağı olan Sofoklis’i tehdit eder, bunu duyan oraya gelen Çakıcı Efe ona bir tuzak hazırlar, Kamalı tuzağı atlatır, Sofoklis’i haklar (s. 194- 206). Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [461] Eşkıya takibinde tecrübe kazanmış ve yararlılıklar göstermiş olan Arap Yüzbaşının rahatsızlanması üzerine Dr. Mustafa Enver43 ile Menekşeli Hüsnü Beyler tedavi maksadıyla görevlendirilir. Doktorlar teşhisi koymuşlardı: Zatürre, kalp yetmezliği ve yorgunluk. Yüzbaşı tüm çabalara rağmen tedaviye yanıt vermez. Yerine Kargaburun Mülazım Cafer Efendi görevlendirilir (ss. 206- 221). Öte yandan Çakıcı Mehmet de hazırlık yaparak hem şöhretini kurtarmak hem de Kamalı Zeybekten kurtulmak için faaliyetlere başlamış, tekrardan eşkıyalık usulleriyle harekete yönelmiştir. Bunun üzerine Kamalı da aynı yolla adamlarını arttırmaya başlar. Valilik ise onu da dağdan indirmek için affa çalışıyordu. Ortalık sakinlemiş görünse de Ödemiş, Kilizman, Urla, Tire çok hareketli idi. Birgi, Gereli, Kaymakçı, Eselli’den yeni kızanlar yola çıkmıştı bile. Kahvehanelerde, mücadeleden kimin galip çıkacağı üzerine tartışmalar oluyor; kavgaların olduğu söyleniyordu. Kamalı ise sürekli hareket halindeydi (ss. 221- 248). Kamalı Zeybek’in Kasaba, Kula, Demirci’ye kadar uzanan çevreden sızdırdığı altınların 30.000 adedi geçtiğini belirten yazar; bunları nereye gizlediğini gizemli ifadelerle yazmış ve Ödemiş’ten Salihli’ye kadar birçok kimsenin bu altınları aradığını dile getirerek eklemiştir. “Aramaların hala devam ettiğini söylersek, bu işin aradan yıllar geçmesine rağmen ciddiyetini kaybetmediği kendiliğinden meydana çıkar.” (s. 249) Kamalı, gerekli tedbirleri aldıktan sonra Allah Diyen Köyüne çekilmişti. Çakıcı da onun orada olduğunu haber aldı. Zaptiyeler de sürekli eşkıya takibindeydiler. Böyle bir ortamda birbirinden habersiz bir çatışma daha meydana geldi. Kamalı yine kurtulmuş, olan zaptiyelere olmuştu. Çakıcı Bozdağ’da yer alan Mermeroluk’a, Kamalı da Gediz Ovasına çekildi. Oradan Harmandalı üzerinden Bornova’ya ve Naldöken Köyüne uğradı. Hacılar, Kokluca, Pınarbaşı Rumlarının Türk çiftçilerini rahatsız ettiklerini, rahatsızlığa da Bornova Papazının tahriklerinin sebep olduğunu öğrenerek meseleyi çözdü (ss. 252- 264). İşte böyle bir ortamda Adamoplu, Vali Kamil Paşa ile Kamalı görüşmesini organize etti. Sonuç tatminkar değildi. Kilizman, Urla, Seferihisar, Çeşme, Buca, Seydiköy ve Kokluca’da Rumlar olaylar çıkarttılar (ss. 265- 284).
43 Mustafa Enver Bey'in hayatı ve faaliyetleri hakkında genel bir değerlendirme şurada yapılmıştır: Turan Akkoyun, "Batı Anadolu'nun Şeyhü'l-Etibbası Mustafa Enver Bey", Tarih ve Toplum, nr. 175, Temmuz 1998. Turan Akkoyun [462] Hareket halinde olan Kamalı, Ayasuluktaki Acarlar civarında dinlendi, Belevi’ye yöneldi. Oradan da Tire’ye geçti. Yolda Çakıcının Çalıkakıcıları da ortadan kaldırdı. Ardından Kozpınar’da yeni bir grupla karşılaştı (ss. 285- 329). Olaylar Kamalı’nın lehine gelişirken, Çakıcı toplum nazarında geriye düşüyordu. Çirkince’de Vangel çetesini tepeleyen Kamalı Manastır üzerinden Fetrek- Dağkızılca- Kırıklar yoluyla Adamoplu çiftliğine geldi. Ardından; geçtiği Seferihisar’da Anastas isimli Rum çetesini de yakalayarak vilayete gönderdi. Bu gelişmeler İzmir’de “bir bomba” etkisi yaptı (ss. 330- 342). Oralarda da kalamadı. Karıncalıdağa çekildi. Keles civarında Çakıcı Mehmet’in adamlarından olan Sarı Ömer isimli çalıkakıcıdan baskın yedi, atlattı. Bozdağ’dan Birgi’ye doğru inerken Çakıcı’nın tuzağına düşerek öldürüldü (s. 342-.360). Kamalı Zeybek’in cesedi Ödemişe getirilmiş ve Hükümet Konağı önünde halka teşhir edilmiştir. Daha sonra yine Ödemişte toprağa verilmiştir. Halk tarafından çok sevilen bir efenin öldürülmesi büyük bir üzüntüye sebep olmuştur. O ortadan kaldırıldıktan sonra keşmekeşlik hat safhaya ulaşmıştır. Onun intikamını almak için çeteler kurulmuş bu da yöredeki asayişi daha da kötü duruma getirmiştir. Ardından şu türküler yakıldı: (ss. 361 -364) Ödemiş kavakları Dökülür yaprakları Bize de derler Çakıcı Yar fidan boylum Yıkarız konakları Servim senden uzun yok Yaprağında gözüm yok Kamalı da zeybek vurulmuş Yar fidan boylum Çakıcıya sözüm yok Ödemiş Kavakları Tellidir Yaprakları Bana Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Yakarım Konakları Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [463] Atma Da Mehmet Vurursun Sonra Da Pişman Olursun Bana Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Her Yanım Fişek Dolu Çakıcı Da Dağdan İniyor Mor Fesini Giyiyor Ona Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Her Yanı Kurşun Dolu Çakıcı Dağdan İniyor Korku Nedir Bilmiyor Ona Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Her Yanı Fişek Dolu Çakıcı Attan İnmem Diyor Mor Fesi Giymem Diyor Ona Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Her Yanı Fişek Dolu Çakıcı'nın Mor Fesi İzmir'den Gelir Sesi Ona Da Çakıcı Derler Yar Fidan Boylum Nice Canlar Yakıyor Aradılar buldular, Bahçevanda vurdular, Uzun da boylum Kamalım, Arabaya koydular. Turan Akkoyun [464] Kamalım dağdan insen ya, Mor fesini giysen ya, Uzun da boylum Kamalım vurulmuş, Ben vuruldum, desen ya. Bıçak düşmez belinden efe, belinden Yandım efe, efe dilinden, elinden Bu alemin dilinden efe, dilinden Yandım efe, efe elinden, dilinden. Efe gitti buradan, efe buradan Vakit geçti efe aradan, aradan Kavuşturdu efe Yaradan, Yaradan Yandım efe, efe dilinden, elinden. Kamalı’nın öldürülmesi ile ortalıkta ve bilhassa Ödemiş çevresinde Çakıcı’ya karşı büyük bir nefret uyandırmıştır. Bu nefret yüzünden yeni eşkıyalar türemiş, hükümet de bu işin hakkından gelememiştir. Yazar eserine meşhur efenin torunları hakkında kısa bilgi verdikten sonra “Kamalı’nın mezarının olduğu yere, Şimdi –Ödemiş’te- Tekel binası inşa edilmiştir”(s. 365) diyerek son vermiştir. SONUÇ Tarih bilimi, insan ile ilgili her olayla ilgilenir. XIX. Yüzyılın sonlarında Ödemiş Kazasında dünyaya gelen, ömrünü Menderes Havzasında geçiren gazeteci yazar Kemal Ormancıoğlu yörenin sosyal yaşam tarzına şahitlik ettiği gibi bunları kaleme almış ve tarihçilere yazılı materyaller bırakmıştır. Delikanlılığa yeni girdiği dönemlerde, yörede ve Türk folklorunda belirli bir yere sahip olan zeybekler tarafından kaçırılıp ailesinden fidye alınmıştır. Sonradan Kamalı Zeybek ve çetesi olduğunu öğrendiği bu eşkıyalara dair bir roman kaleme alarak hem kendisi, hem de havali ile ilgili bilgileri derli toplu hale getirmiştir. Yazdıkları başka yazarlar tarafından eleştirilebilir ama tarih araştırmacısı bunu elbette iç ve dış tenkite tabi tuttuktan sonra kullanacaktır. Binlerce yıl önceki mitolojik verilerin bile kaynak olarak kullanıldığı bilim dalında, ölümünden daha yarım yüzyıl geçmemiş bir şahsiyetin bilgilerinden Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar [465] yararlanılmaması düşünülemez. Burada efelik, zeybeklik kavramlarının yanında, köy, kasaba ile kazalar, o dönemde yaşayan şahsiyetlerin isimleri ve faaliyetleri yanında yörenin o devirdeki sosyal yaşamının izlerini bulabilmek mümkün görünmektedir. Kamalı Zeybek isimli esere edebiyat disiplininin yaklaşımı elbette farklı olacak ve edebi yönünü değerlendireceklerdir. Tarih bilimi açısından; XX. yüzyıl başlarında Adalar Denizi kıyılarındaki toplumsal yaşamı, azınlıkların gündelik faaliyetleri, meslekler, asayiş, toplum- vilayet, vilayet-saray ilişkileri, ulaşım imkanları, unutulmaya yüz tutan yöre isimleri ve Türklerin maceraya atılma tutkusuna dair bazı mühim bilgilerin yok olmaktan kurtarıldıklarını söylemek mümkündür. Kapsamından, içerdiği bilgilerden dolayı eserden; bilhassa yakın çağ tarihi, Yeni Edebiyat, Halk Edebiyatı, Folklor, Sosyoloji, Psikoloji, İletişimBasın ve yerel tarih araştırmacıları yararlanabilirler. KAYNAKLAR “Aile Arşivleri Bilimselleşiyor”, Kocatepe (Afyonkarahisar), nr. 10101, 10 Temmuz 1998. AKKOYUN, Turan, “Aile Arşivleri, Şehir Tarihçiliği ve Kültürel Değeri”, Toplumsal Tarih, nr. 55, Temmuz 1998, ss. 51-53. AKKOYUN, Turan, "Batı Anadolu'nun Şeyhü'l-Etibbası Mustafa Enver Bey", Tarih ve Toplum, nr. 175, Temmuz 1998. AKSOY, Yaşar, “Ege Yarenleri”, Yeni Asır (İzmir), 2 Temmuz 1997. ARIKAN, Zeki, İzmir Basın Tarihi (1868-1938), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2006. BAYINDIR, H. Hilmi ve POYRAZOĞLU, H. Fehmi, Aydın Kenti, Aydın 1966 ER, Tülay, Simav İlçesi ve Çevresi Yaren Teşkilatı, ş.y. 1984. ERSANLI, Büşra, İktidar ve Tarih, İletişim Yayınları, İstanbul 2003. GÜRIRMAK, Alaattin, Simav’da Yaren Geleneği, Hür Efe Matbaası basımı, İzmir 1999 "İzmir'in En Yaşlı Gazetecisi ....", Türkeli(Afyonkarahisar), nr. 2282, 24 Nisan 1968. "İzmir'in Eski Bir Gazetecisi...", Milliyet, 23 Nisan 1968. KAPLAN, Mehmet, Kültür ve Dil, 8. b., Dergah Yay., İstanbul 1993. Turan Akkoyun [466] KEF. ELİF, “Aile İsimleri”, Yanık Yurd (İzmir), nr. 224, 28 Eylül 1341/ 1925. KÖKEN, İbrahim, Emirdağın Çevresindeki Aşiretler, ş.y. t.y. KÜPELİ, Özer, “Şeriye Sicillerinin Şehir Tarihçiliği ve Afyonkarahisar Tarihi İçin Önemi”, Taşpınar (Afyonkarahisar), nr. 3, Kasım 2001, s. 53- 58. KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Tarih Araştırmalarında Usûl, 6. b., Kubbealtı Nşr., İstanbul 1998. M. ŞÜKRÜ, “Çakırcalı Efe”, Halkın Sesi (İzmir), nr. 1097, 15 Şubat 1934. NOYAN, Bedri, “Aydın ve Dolaylarında Tanınan Ünlü Efeler”, Hür Efe (İzmir), nr. 12890, 8 Eylül 1993. ORMANCIOĞLU, Kemal, Kamalı Zeybek, Kültür Matbaası basımı, İzmir 1963. ORTAYLI, İlber, Tarih Yazıcılık Üzerine, 2. b., Cedit Yayıncılık, Ankara 2011. SERTOĞLU, Murat, Kamalı Zeybek, İtimat Kitabeni Yayınları, İstanbul 1976. (SUN), Zeynel Besim, Çakcı Efe, İzmir Ticaret Postası Gazetesi Neşri, İzmir 1934. TOGAN, A. Zeki Velidî, Tarihte Usûl, 3. b., Enderun Kitabevi Yay., İstanbul 1981. TOKLUOĞLU, Faik, Tire Çevre İncelemeleri, Karınca Matbaası Basımı, İzmir 1973. ÜÇER, Süleyman Sırrı, Karahisar Tarihinden: Karahaydaroğlu…”, Afyon’da Haber, nr. 1644, 13 Nisan 936. ÜLKER, Necmi, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi, I, Ticaret Tarihi Araştırmaları, Akademi Kitabevi Yay., İzmir 1994. ÜSKÜP, Şeref, Ege’de İlginç Olaylar, Hür Efe Matbaası basımı, İzmir 1992. YAPICI, Mestan, Beydağ “Balyambo
|
|