20.04.2024
ANA SAYFA HAKKIMIZDA RESİM GALERİ LİNKLER İLETİŞİM ÜYELER
 
     
 
 

Konular
   Tarihçe
   Efeler
   Ödemiş Mahalleri ve Muhtarları
   Turistik Yerler
   Ödemiş Yemekleri
   Ekonomi
   Ödemişli Sporcular
   Siyaset-Politika
   Etkinliklerimiz
   Ödemişli Akademisyenler
   Ödemişli Siyasetçiler
   Ödemişli Sanatçılar
   Ödemişli Askerler
   Ödemişli Diplomatlar
   Ödemişli Gazeteciler
   Ödemişli İş İnsanları
   Kaybettiklerimiz vefat eden Ödemişliler
   Ödemiş Ürünleri
   Ödemişli Hukukçular
   ÖDEMİŞLİ KİŞİLER VE ANILARI
   ÖDEMİŞLİ ZANATKARLAR
   ÖDEMİŞLİ GAZILERİMİZ
   ÖDEMİŞLİ ŞEHİTLERİMİZ
   ödemişli egitimciler
   ÖDEMİŞTE KAYMAKAMLIK YAPANLAR
   Ödemişli TV Program yapımcıları
   Arşiv

Üye Girişi
E-Mail :

Şifre :

Şifremi Unuttum Yeni Üye

Hesabım


Yazarlar

Reklamlar


ÖDEMİŞLİ BİR YAZARIN KALEMİNDEN YÖRESEL UNSURLAR Turan AKKOYUN
HABERİ PAYLAŞ : Google'da Paylaş



ÖDEMİŞLİ BİR YAZARIN KALEMİNDEN YÖRESEL UNSURLAR
Turan AKKOYUN
Özet
İlimler zamanla çehresini değiştirir. XX. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle tarih;
siyasi ve askeri olayları ele alan bir disiplin olmaktan çıkarak, doğrudan hayatı ve onun
akışını inceleyen bir ilim dalı haline gelmiştir. Hayattan kastedilen sadece insanın
hayatıdır. Olaylar insanı ilgilendirdiği müddetçe tarihin konusudur. Tarih sadece siyasi
olayların, savaşların ve mücadelelerin yanında “doğrudan hayatı da” incelemektedir.
Hayattan kast edilen “insan hayatı” olup yaşanandan, daha doğrusu yaşanmış olandan
elde kalan, geçmiş dönemlerin küçük bir kesitidir. Geçmişten kalabilenlerin çoğu,
yerleşik yaşamda korunmuşlardır diyebiliriz. Elde kalanlar o yerin yerleşim biriminin
tarihini enine boyuna ortaya koymaya yarayacak şeylerdir. Yerleşim yerinin bizzat
kendisi belge niteliğindedir. Yollar, hanlar, hamamlar, çeşmeler, bağlar, bahçeler,
mezarlar, ibadet yerleri, kaleler, köprüler, evler, kullanım araçları gibi. Şehir
tarihçiliğinin son zamanlarda gelişme göstermesi sevindiricidir. Çünkü şehrin bizzat
kendisi “hayatın bakiyesi” olan kalıntıların yani tarih biliminin kaynaklarının başında
gelmektedir. Ödemiş Camisinden daha önce başka insanlar yararlanmışlardır. Şehir
mezarları da aynı şekilde hayatları birleştirmektedir. Bağ ve bahçelerinden daha
önceleri başkaları da yararlanmışlardır. Dünden başlayarak bugüne ulaşanlar geçmişten
kendilerinin ötesinde toplumun kültürünü de getirirler. Kültürün de unsurları dikkati
çeker. İnsanlar miras olarak haleflerine bir takım eşyalar ya da belgeler bırakabilir.
Hatta şu anda onlara sahip olanlar ne kadar da değerli olan kaynakları korumaktadırlar.
1893 senesinde Ödemiş’te, Orman Süvari Memuru Şükrü’nün bir oğlu dünyaya gelir.
Çocuğun adını, Kemal koyarlar. Kemal on iki yaşında iken o zamana kadar o havalide
adı hiç duyulmayan Kamalı Zeybek tarafından dağa kaldırılır. Bu tarihler Osmanlı
Devleti’nin zor günleridir. Kemal Ormancıoğlu, ömrünün sonlarına doğru babasından
fidye almak için kendisini dağa kaldıran Kamalı Zeybek’e dair, içinde bir kısım başka
hatıralarının da bulunduğu önemli bir eser vücuda getirmiştir. Okuyucuyu etkileyecek
bir anlatım biçiminde ele alınsa da Ege havalisiyle o zamana ait bilgiler ve unsurları

 Doç. Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fak.Tarih Bölümü
Turan Akkoyun
[444]
zikretmiştir. Konu Ödemiş olunca zeybeklerden uzak kalmak mümkün değildir. Yazar,
şu şehirler hakkında bilgiler vermektedir: Ödemiş, Tire, Bayındır, Nif, Kasaba, Salihli,
Alaşehir, Kula ve Demirci. Zaman zaman daha da dışarıya taşarak Aydın, Muğla ve
Denizli’ye kadar uzanır. Kitap bir roman olarak yazılmış olmasına karşın yöresel pek
çok bilgiler vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Kamalı Zeybek, Kemal Ormancıoğlu, Ödemiş, Tarih,
Osmanlı Devleti
Local Elements of an Author’s from Ödemiş
Abstract
Change over time, the face of Sciences. XX. As the second half of the century
history, from being a discipline dealing with the political and military events, direct the
flow of life and its viewing has become a scientific discipline. Life is meant not only
human life. The events of history as long as people are concerned. Date only political
events, wars and struggles, next to the "direct life is also" investigates. Life is meant
"human life" and what occurred, rather than the one obtained from experienced occupy
a small subset of past periods. Most of the past could add, say the built-in life are
protected. Those who obtained at length the history of the settlement of that place will
be helpful to put forward. The document itself is a residential area. Roads, houses,
baths, fountains, vineyards, gardens, cemeteries, places of worship, castles, bridges,
houses, use tools. City historians show the pleasing development in recent times.
Because of the city itself, "life balance", which is one of the sources of history that
remains. Have paid other people have benefited from earlier mosque. City tombs
combines life in the same way. Bond and others previously benefited from their
gardens. From the past to arrive yesterday so bring the culture of the society beyond
them. Worth noting that the elements of the culture. Successors inherited a number of
people who leave items or documents. Even those who have them, how much is
currently retain valuable resources. Ödemiş in 1893, a son, born in forest of Şükrü
Cavalry Officer. The child's name, Kemal put. Kemal was twelve years old until then
never heard it called an aura, Kamalı Zeybek removed by the mountain. These dates are
hard times of the Ottoman Empire. Kemal Ormancıoğlu, towards the end of its life a
ransom for his father that he Zeybek Wedge removes a mountain, a part of the body has
an important work, including other memories. Considered to affect the reader in the
form of a narrative, even if the information and elements of that time, he also states with
the Aegean. Subject Ödemiş when it is not possible to stay away from folk songs. The
author provides information on the following cities: Ödemiş, Tire, Bayındır, Nif, Town,
Salihli, Philadelphia, Kula and Blacksmith. From time to time even more out of the
overflow of Aydın, Muğla and Denizli extends to. The book is written as a novel, but
gives a lot of local.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[445]
Key Words: Kamalı Zeybek, Kemal Ormancıoğlu, Ödemiş, History, the
Ottoman Empire
İlimler zamanla çehresini değiştirir. XX. yüzyılın ikinci yarısı itibariyle
tarih; siyasi ve askeri olayları ele alan bir disiplin olmaktan çıkmış, doğrudan
hayatı ve onun akışını inceleyen bir ilim dalı haline gelmiştir.
Olaylar insanı ilgilendirdiği müddetçe tarihin konusudur. İnsan hayatının
içine giren her şey, bu tarih anlayışında yer bulmaktadır. Yani insanın tüm
faaliyetleri, tarih ilminin araştırma sahasına girmektedir.
Tarihçiliğimiz çeşitli problemlerle karşı karşıyadır. Genel ya da özel
hususların ayrılması veya birleştirilmesi araştırmayı şekillendirmektedir. O
yüzden genel yorumlar ile özel yorumlarda farklı yöntemler uygulanmasında
istikrarlı, tutarlı bir çizgi yakalamak gerekmektedir. Zira o, geçmiş olaylardan
yola çıkarak bugünü ve geleceği belirlemede yardımcı olmaktadır. “Sağlam
tarihçiliğin demokrasi alanındaki en belirleyici adım olduğu açıktır”1
Tarih bilimini diğer ilimlerden ayıran en önemli özellik; deney ve gözlem
yapmadan, belgelere dayanan bir bilim dalı olmasıdır. Belge çoğunlukla yazılı
kaynaklardır. Ancak insanın bıraktığı her türlü kalıntı belge niteliğindedir.
Kısaca “hayatın bakiyeleri” diyebileceğimiz bu kalıntılar, yerleşim alanlarında
varlıklarını korumaya devam etmektedirler. Zira tarih siyasi olayların,
savaşların ve mücadelelerin yanında “doğrudan hayatı da” incelemektedir.
Hayat, “insan”a ait olup, yaşanmış olandan elde kalan, geçmiş
dönemlerin küçük bir kesitidir. Geçmişten kalabilenlerin2
çoğu, yerleşik
yaşamda ortaya konulmuştur. Elde kalanlar o yerin yerleşim biriminin tarihini
enine boyuna ortaya koymaya yarayacak şeylerdir.3
Yerleşim yerinin bizzat kendisi belge niteliğindedir. Yollar, hanlar,
hamamlar, çeşmeler, bağlar, bahçeler, ibadet yerleri, kaleler, köprüler, evler,
mezarlar, lahitler, kullanım araçları4
gibi… Bunlar tarihçilerin dikkatini

1 Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s. 14.
2 Mehmet Kaplan'a göre tarih denilince iki şey anlaşılır. Biri 'yaşanılan' öteki ise 'yazılan' tarihtir.
Yazılan tarih, yaşanılanın binde biri bile değildir. Bk. Mehmet Kaplan, Kültür ve Dil, 8. b.,
Dergah Yay., İstanbul 1993, s. 48.
3 Bk. Özer Küpeli, “Şeriye Sicillerinin Şehir Tarihçiliği ve Afyonkarahisar Tarihi İçin Önemi”,
Taşpınar (Afyonkarahisar), nr. 3, Kasım 2001, s. 53
4
“Aile Arşivleri Bilimselleşiyor”, Kocatepe (Afyonkarahisar), nr. 10101, 10 Temmuz 1998.
Turan Akkoyun
[446]
çekmiştir. Ancak üzerinde pek fazla durulmayan “hemen herkesin küçük de olsa
şahsi veya aile arşivi vardır.”5
Tarihin cereyan ettiği saha, yerleşim birimleridir. Şehir tarihçiliğinin
gelişme göstermesi sevindiricidir. Çünkü şehrin bizzat kendisi, “hayatın
bakiyesi” olan kalıntıların yani tarih biliminin kaynaklarının başında
gelmektedir. Ödemiş Camisinden, bağ ve bahçelerinden daha önce başka
insanlar yararlanmışlardır. Şehir mezarları da aynı şekilde hayatları
birleştirmektedir.
Dünden başlayarak bugüne ulaşanlar, geçmişten kendilerinin ötesinde
toplumun kültürünü de getirirler. Kültürün de unsurları dikkati çeker. İnsanlar
haleflerine miras olarak, bir takım eşyalar ya da belgeler bırakabilir. Hatta şu
anda onlara sahip olanlar, ne kadar da değerli olan kaynakları barındırdıklarının
bile farkında değildir.
XX. yüzyıl Türklüğü; savaşlar silsilesinden ağır darbeler aldıktan sonra
önceki zamanlardan farklı olarak “ata yurdu”nda bir ölüm-kalım savaşına
girişmek zorunda kalmıştır. Milli Mücadele olarak adlandırılan bu döneme ait
bilgi, belge ve fotoğrafların Anadolu insanında pek çok örneği bulunmaktadır.
Bu kalıntıların yok olup gitmesini engelleyebilmek için çalışmalar yapmak,
yaptırmak bilim adamlarının görevleridir. Bahsedilen durum tarihçilik ve
tarihçilerle de sınırlı değildir. Mahalli araştırmaların bir kısmına bakıldığında bu
durum daha iyi bir şekilde görülebilmektedir.
Cumhuriyet döneminde mahalli tarihçiliğin ilk örneklerinden biri olan
İzmir Tarihi, Hukukçu Raif Nezih Atakul tarafından yazılmıştır. Daha sonra da
buna benzer gelişmeler meydana gelmiş ve devam etmiştir. Antalya Tarihi’ni
Müzeci Süleyman Fikri Ertan, Beydağ isimli eseri Müfettiş Mestan Yapıcı,
Sandıklı Tarihi’ni Subay Abdullah Özkaynak, Gökçeada’yı Hekim Mehmet
Saadettin Aygen, Güzelhisar’ı Resim Öğretmeni Cevat Yıldırım hazırlayıp
yayınlamıştır.
Kısaca mahalli araştırmaları kaleme alıp, kendince kalıcı eserler
bırakmaya çalışanların önemli bir kısmı farklı meşguliyetlerden gelmektedirler.
Hem kendilerini hem de ele aldığı konuların bir kısmını yok olup gitmekten
kurtarmışlardır. Onların ortak çıkış noktaları genelde “memleket sevgisi ve
hasreti” olmuştur.

5 Bu hususa şurada dikkat çekilmiştir. Turan Akkoyun, “Aile Arşivleri, Şehir Tarihçiliği ve
Kültürel Değeri”, Toplumsal Tarih, nr. 55, Temmuz 1998, ss. 51-53.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[447]
Yaşadıklarının bir kısmını yayınlayan gazeteci bir yazardan hareketle,
basitmiş gibi görünen şahsi bilgi ve belgelerin şehrin ve çevre yörenin kültür
hayatı açısından değerini ortaya koymaya çalışacağız. Burada şüphesiz en
önemli mesele “modern anlamdaki hatıra ve üçüncü şahısların kaleme aldıkları
biyografilerdir. Buralarda bazen sözlü veya referans verilmeyen bilgilerle
yazarın “kasd-ı mahsus" ile saptırmaları önemli bir problemdir.”6
Tarih, elbette belgeye dayanan önemli bir sosyal bilim dalıdır. “Vesikanın
kapsamını saptamak mümkün değildir. Her şey vesika olabilir, her şey belli bir
konu için yararlı malzeme olabilir. Bu araştırmacının havsalasına, görüşüne ve
yararlanacağı tesadüflere bağlıdır.”7
“Devrinin olaylarına ışık tutması bakımından hatıra nevinden eserlerin
kıymeti vardır. … XIX. yüzyıldan îtibâren hatırata verilen önem artmış, Sultan
II. Abdülhamid, Midhat, Said ve Kâmil Paşalar ile İttihad ve Terakki'nin 1
numaralı üyesi İbrahim Temo da dahil birçok mühim şahsiyet hatıralarını
yazmışlardır. Cumhuriyet devrinde Nutuk, Atatürk'ün hatıraları kabul edildiği
gibi, onun mesai arkadaşları İsmet İnönü ve Celal Bayar da hatıralarını yazmış
veya kaydettirmişlerdir. Hatıraların da tam bir objektiflik içinde yazılması
mümkün olmayıp daima hisler ve şahsî görüşler ön plânda tutularak kaleme
alınacaklarından, diğer eserlerle karşılaştırılmadan, yani tenkidi yapılmadan
kullanılmamalıdır.” Görüldüğü üzere bilhassa II. Meşrutiyet devrinden itibaren
ülkemizde hatıra türü yayınlarda dikkate değer bir artış gözlemlenmiştir.8
Böylelikle Türklerin çok dikkat çeken özelliklerinden birisi olan tarihi yapan
ama asla yazmayan bir millet olma niteliğine aykırı bir gelişme süreci
başlamıştır.
Başkalarının yaptıklarını bizzat görerek onları doğru tespit edenler,
tespitlerini yazıya dökenler, fotoğrafa alanlar yahut kendi yaptıklarına ait
hatıralarını doğru olarak yazanlar, tarih için mühim vesikalar bırakmış olurlar;
fakat her müşahede edenin hadiseleri anlayışı, istidadına ve medeni seviyesine
göre türlü türlü olduğundan, müşahitlerin bu hadiselere ait hükümleri de
ekseriya türlü olup biri diğerine uymaz, bazen müşahitlerin ifadelerine bakarak
hadisenin hakikatini tespit etmek müşkül, hatta imkansız oluyor. Bu hususta
bilhassa işlerin aslı hakkında tahkik filan yapmadan peşin hüküm vermek, telkin

6
İlber Ortaylı, Tarih Yazıcılık Üzerine, 2.b., Cedit Yayıncılık, Ankara 2011, s. 133.
7 Ay. Es., s. 134.
8 Mübahat Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, 6.b., Kubbealtı Neşriyat., İstanbul 1998, s.
24.
Turan Akkoyun
[448]
tesirinde kalmak gibi hususların rolü büyük oluyor.9 Tarih araştırmacısına düşen
etki altında kalma tehlikesini ortadan kaldırmak, bilimsel sınırlar içerisinde
hareket edebilmek olmalıdır. Böylelikle bize ulaşanlardan, tarih yeniden inşa
edilebilir.
Olayları ortaya koyarken yerleşim birimi ile şahıslardan yola çıkmak
mümkün olabilmektedir. Zira oralara değer verenler toplumları oluşturan
kişilerdir. Aydın oğulları ile Osman oğullarına ait değerli mimari eserleriyle
Küçük Menderes yöresinde “özel bir önem” taşır.10
Mevcut bilgilere göre geçmişi Geç Kalkolitik (Maden Çağı) devrine
kadar uzanan Ödemiş Kazası XIX. yüzyıl sonlarında; kuzeyinde Salihli ve
Kasaba (Turgutlu) kazaları, doğusunda Alaşehir Kazası, güneyinde Nazilli ve
Aydın kazaları, batısında Tire ve Bayındır kazaları ile sınırlıdır. Kendisine bağlı
Birgi, Balyambolu (Beydağ) ve Keles (Kiraz) bucakları ile birlikte toplam yüz
yirmi dört köyü bulunmaktaydı. Kaza merkezi ile bucak ve köylerinin nüfusu
altmış bine yaklaşmaktaydı.11 Zamanın şartları içinde oldukça kalabalık, dikkate
değer bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu yörede dikkati çeken bir başka husus da zeybeklik ve efeliktir.
Eşkıyalık konusuyla da ilişkili olan bu husus son birkaç yüz yıl için yörenin
sosyal tarihiyle bütünleşmiştir.
İzmir ve havalisinin zenginliği zaman zaman yerli ve yabancı “yasa dışı
grupların ilgisini” yöreye çekmiştir. Bu gruplar Mersin’den Balıkesir’e,
Aydın’dan Akşehir’e kadar geniş bir alanı tehdit altında tutmuşlardır.12
Osmanlı Devleti eşkıya ve zeybeklerle çok meşgul olmuş, zararlarını
önleyici çeşitli tedbirler almıştır. Onları kıyafetleri, atları, silahları ile Karadağ
ve Kırım savaşlarına götürmüştür. Zeybekler, buralarda devlete hizmetlerde
bulunmuşlardır. Zeybeklikten vazgeçip düze inenler, kır kahveleri işletmeye
başlamışlar ticari yolların güvenliklerini sağlama hizmeti görmüşlerdir. Ticari
yollardan geçenlerden “güvenlik vergisi” adı altında bir vergi almalarına izin
de verilmiştir. İstanbul’daki merkezi otoritenin bu tür uygulamaları ortadan
kaldırma teşebbüsleri de uzun zaman almıştır.13 Yörenin hemen her devrinde

9 A. Zeki Velidî Togan, Tarihte Usûl, 3. B., Enderun Kitabevi Yayınları., İstanbul 1981, s. 36.
10 Faik Tokluoğlu, Tire Çevre İncelemeleri, Karınca Matbaası Basımı, İzmir 1973, s. 3.
11 Behiç Galip Yavuz, Ödemiş’in Tarihi, 4. b., Ödemiş Belediyesi Yayını, Ödemiş 1998, s. 71.
12 Necmi Ülker, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi, I, Ticaret Tarihi
Araştırmaları, Akademi Kitabevi Yayını, İzmir 1994, s. 35.
13 Mestan Yapıcı, Beydağ “Balyambolu” Palaipolis”, Sembol Matbaacılık Basımı, İzmir Nisan
1995, s. 269.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[449]
mühim kazalarından birisi olan Ödemiş, Osmanlı devrinde “bir şekavet
merkezi”14 olarak görülmekte ve anılmaktadır.
1893 senesinde Ödemiş’te Orman Süvari Memuru Şükrü’nün bir oğlu
dünyaya gelir. Çocuğun adını Kemal koyarlar. Kemal on iki yaşında iken, o
zamana kadar o havalide adı hiç duyulmayan Kamalı Zeybek tarafından dağa
kaldırılır. Bu tarihler Osmanlı Devleti’nin zor günleridir. Zira dünya yeni bir
rekabet yarışına doğru hızla yol almakta, buna ayak uyduramayan Osmanlılar,
hem Balkanlarda hem de ülkenin doğusunda Fransız devriminin ortaya çıkardığı
milliyetçi ayaklanmalarla, bunlara açıktan ya da gizlice destek veren batılı
teşvikçi devletlerle mücadele edememektedir. İşte bu şartlarda ülke içindeki
asayişin sağlanması çokta kolay olamamaktadır.
Söz konusu kesitte; aynı anda Tire ve Bayındır orman memurları da
kendine bağlı olan Orman Süvari Memuru Şükrü; Ödemiş’in en büyük hanı
“Şerif Ağa Hanı”nı da kiralama yoluyla işletmektedir. Ayrıca Adagide’de Hacı
Yahya ile de müşterek tütün ticareti yapmaktadır. Yine Ödemiş’te Ohannes
isimli bir Gayri Müslim ile un ticaretine başlamıştır. Bir müddet sonra da
işlettiği hanın bir kısmını kıraathaneye çevirmiştir. Şükrü Bey bu işlerle
meşgulken zenginleşmiştir. Karısının da çok zengin olduğu bilinmektedir.
İmkanları ve namı bu şekilde artan Şükrü Bey eşkıyaya, 200 altın fidye vererek
oğlunu kurtarabilmiştir.
1905 yılında cereyan eden bu çocuk kaçırma olayı, daha sonrasına çeşitli
cephelerden de yansımıştır. Her şeyden evvel havalide yeni bir zeybek grubu
ortaya çıkmıştır.15
Çocuğu kaçırılan aile can güvenliğinden endişe etmiş,
huzursuz olmuş olacak ki Ödemiş’ten ayrılmış, yine İzmir’in bir diğer kazası
Nif’e yerleşmiştir.16
Soyadı kanunundan sonra babasının mesleğini, ailesine isim17 seçen
Kemal Ormancıoğlu, ömrünün sonlarına doğru babasından fidye almak için
kendisini dağa kaldıran Kamalı Zeybek’e dair, içinde başka hatıralarının da
bulunduğu bir eser18 vücuda getirmiştir. Okuyucuyu etkileyecek bir anlatım

14 Zeynel Besim, Çakcı Efe, İzmir Ticaret Postası Gazetesi Neşri, İzmir 1934, 146.
15 Zeybek grubunun liderine “efe” denilmekle beraber, bunun tek istisnası Kamalı Zeybek
olmuştur. Hayatına dair romanlar kaleme alınmıştır. Bir örnek Murat Sertoğlu, Kamalı
Zeybek, İtimat Kitabevi Yay., İstanbul 1976.
16 Bağyurdu Eski Belediye Başkanı İsmail Ulusan, 11.10.1991.
17 Türklerde aile isimleri, o aileyi genel olarak o aileyi tanıtmak için asırlardan beri mevcuttur.
Kef. Elif. “Aile İsimleri”, Yanık Yurd (İzmir), nr. 224, 28 Eylül 1341/1925.
18 Kemal Ormancıoğlu, Kamalı Zeybek, Kültür Matbaası, İzmir 1963.
Turan Akkoyun
[450]
biçiminde ele alınsa da Ege havalisiyle o zamana ait bilgiler ve unsurları
zikretmiştir.
Yazarın 21 Nisan 1968 tarihinde vefatı İstanbul ve Afyonkarahisar
basınında geniş yer bulmuştur. Milliyet Gazetesi ölümünü okuyucularını şu
şekilde duyurmuştur:19
“İzmir’in Eski Bir Gazetecisi öldü.
İzmir’in en eski gazetecilerinden Kemal Ormancıoğlu önceki gece vefat
etmiştir. Yetmiş altı yaşında ölen Ormancıoğlu İstanbul’da Hukuk öğrenimi
görmüş askerlikten sonra gazeteciliğe başlamıştır. 50 yıla yakın gazetecilik
hayatı olan Ormancıoğlu son olarak Ege Ekspres Gazetesinde muhabirlik
yapmaktaydı.”
Afyonkrahisar basınının sembollerinden olan Türkeli gazetesi de
yayınladığı şu haberde20 yazarın hayatına dair çok önemli ipuçları ortaya
koymaktadır: "İzmir'in en yaşlı gazetecisi ve yazarlarından Kemal Ormancıoğlu
dün gece vefat etmiştir. 76 yaşında hayata gözlerini yuman Ormancıoğlu,
Rüştiye ve İdadi tahsillerini İzmir'de tamamlamış, bir süre İstanbul Hukuk
Fakültesine devam ettikten sonra Birinci Cihan Harbinde yedek subay olarak
Çanakkale savaşlarına katılmıştır. 50 yıllık gazetecilik hayatında Türk basınına
değerli hizmetlerde bulunmuş olan merhum Ormancıoğlu, bu arada Ege'deki
milli kahramanlar ve zeybekler hakkında seri makaleler yazmış ve bunları
kitapta toplamıştır. Ormancıoğlu'nun cenazesi yarın öğle namazında sonra
Kemeraltı Camiinden kaldırılacaktır."
Bir gazeteci olarak geride bıraktığı eserlerinde yörenin son bir, bir buçuk
yüzyıldaki sosyal yaşamının bir simgesi haline gelen eşkıyalık üzerinde
durmuştur. Batı Anadolu’da yaşayan azınlıkların Osmanlı Devleti ile olan
ilişkilerini gündelik yaşamdan örnekleriyle anlatmıştır.
Dağa kaldırılmadan önce Kemal, Rüşdiye tahsilini bitirmiş; Abdüllatif
hocanın medresesinde bina, maksut, avamil tahsiline devam etmiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla “sarf nahiv” yani kelime yapıları ve kelimelerin cümle
içindeki görevleri ile cümle yapıları eğitimi almıştır. Fesinde de beyaz bir
sarıkla dolaşmıştır. Bu arada ata ve biniciliğe merak sarmış, babasının "Maksut"
ve "Derviş" isimli yarış atlarını kullanmıştır.

19 “İzmir’in Eski Bir Gazetecisi Öldü”, Milliyet, 23 Nisan 1968.
20 Türkeli, nr. 2282, 24 Nisan 1968.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[451]
Ailesi o zamanki ismi Nif olan, Kemalpaşa’ya yerleştikten sonra muharrir
olur.21
XIX. yüzyılda vilayet matbaasının kurulmasıyla ilk örneklerini veren
İzmir basını zaman zaman silikleşmiş “inişli çıkışlı yapısı” olmakla22 birlikte
Türk basını içinde seçkin yerini korumuştur.
Yeni Asır Gazetesi’nin patronu kendisine maaş bağlamıştır. Bu yüzden
“İzmir’in maaşlı ilk taşra muhabiri”23 kabul edilir. Hoş sohbet24 ancak “çok
savruk” ve dağınık25 bir şahsiyet olan yazar, Türkiye’de çok partili siyasal
yaşama geçilmesi ve Demokrat Parti’nin iktidarı devralmasından sonra bu
partiden Belediye Meclisi Azalığı’na seçilmiş, böylelikle eski “savruk”
görüntüsünden kurtulabilmiş, hayatına bir düzen gelmiştir. Bugün İzmir
basınının ve Kemalpaşa’nın ileri yaşta bulunan şahsiyetleri; kendisini alkole
düşkün bir gazeteci olarak hatırlamaktadır. Ayrıca Fatma Hanım ile evlendiği
ve bu evlilikten Nail isimli evlat sahibi olduğu, Rumca ile Fransızca bildiği; dile
getirilmektedir.26
Çok partili dönemlerde İzmir’de yayınlanan Ege Ekspres Gazetesi’nde
muharrir olarak çalışan Ormancıoğlu, bu gazetenin istihbarat şefi Suat
Eryalman’ın ısrarı ve teşviki ile Kamalı Zeybek isimli belgesel romanı kaleme
almıştır. Eryalman’ın daktilo metnini bizzat kendisinin hazırladığı eser, kalemle
takriben üç bin sayfa tutmuştur.27
Eser tefrika edilmeden evvel, II. Sultan Mahmut devrinde Batı
Anadolu’da Müslüman ahaliyi her yönden tehdit eden ve iki yüz kadarını
öldüren Katırcı Yani’nin idamına dair bir yazıda II. Sultan Abdülhamit devrinde
Ege dağlarındaki efe ve zeybeklere dair bir tefrika yayınlayacağını belirtilerek,
okuyuculara duyurulmuştur.
Belgesel hatıra ve roman şeklinde kaleme alınan eser, ifade edildiği gibi
bir zeybek tefrikasından öte; o devirde “zeybek menbaı” olarak kabul edilen
Ödemiş’te yaşamış olan çağdaş bir kalemin gözlemleri niteliği de taşımaktadır.
Doğrudan hatıra olarak değil gazete tefrikası şeklinde hazırlandığı, “okuyucuya
yönelik” olduğu hatırdan uzak tutulmamalıdır.

21
Şinasi Revi, 04.06.1993.
22 İzmir basının kuruluşundan 1938 yılına kadar ki serüveni için bk. Zeki Arıkan, İzmir Basın
Tarihi (1868-1938), Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 2006.
23 Şeref Üsküp, Ege’de İlginç Olaylar, İzmir 1992, s. 142
24 İsmail Ulusan, 11.10.1991.
25 Şeref Üsküp, 03.04.1990.
26 İsmail Ulusan, 11.10.1991.
27 Ay. Es., (Suat Eryalman, “Kamalı Zeybek ve Kemal Ormancıoğlu”), s. 3-4.
Turan Akkoyun
[452]
Konu Ödemiş ya da Ödemişli bir yazar olunca zeybeklerden uzak kalmak
zaten mümkün değildir. Zeybeklik ile efelik; Adalar Denizi kıyılarından, İzmir,
Aydın havalisinden uzak tüm Batı Anadolu’yu kapsamaktadır.28
Zeybekler konusuna ilgi hemen her dönemde devam etmiştir. Çakıcı
Mehmet Efe’nin ölümünden yirmi seneden fazla geçtikten sonra bir resminin
bulunduğu haberi ve açıklaması gazetelerde yankı bulmuştur.29 “Çakırcalı
Mehmet Efe, Poslu oğlu Mehmet Efe, Kamalı Zeybek mertlikleri ve eşkıyalıkları
ile tanınan Efelerdi. Kamalı Zeybek, Çakırcalıya rakip olmuş bir çetenin
efesiydi. Çakırcalıyla yaptığı bir çatışmada yaralanıp topal kalmıştı. Bunların
türküleri hala dillerde dolaşır.”30 O günkü toplum içinde yer alan azınlıkların
eşkıyaları da yaptıkları zulüm ve vahşetlerle zaman zaman kendisinden söz
ettirmiştir. Bunların en meşhuru da şüphesiz Katırcı Yani isimli Rum
eşkıyasıdır. Onlar bir taraftan normal eşkıyalığı ile gündemi işgal etmiş
olmalarına karşın Fransız devriminin ortaya çıkardığı milliyetçilik akımının
verdiği etkiyle yabancı devletlerin de sürekli takibindedirler.
Ödemişli yazar Ormancıoğlu’nun düşüncesi ile kalemi doğal olarak bu
konular üzerinde yoğunlaşıp, iki önemli eser vücuda getirmiştir:
1. Kamalı Zeybek
2. Katırcı Yani
Eserlerin isimlerinden de anlaşılacağı üzere XIX. ve XX. yüzyıl
eşkıyalığına dair önemli bilgilere sahip olan yazar, her şeyden önce “efelik ve
zeybeklik” mevzularını “yeni nesil için tenvir” etmekle işe başlamıştır.31


28 Çeşitli örnekler için bk. İbrahim Köken, Emirdağın Çevresindeki Aşiretler, ş.y. t.y., s. 7;
Alaattin Gürırmak, Simav’da Yaren Geleneği, İzmir 1999; Tülay Er, Simav İlçesi ve
Çevresi Yaren Teşkilatı, ş.y. 1984; Yaşar Aksoy, “Ege Yarenleri”, Yeni Asır, 2 Temmuz
1997; Niyazi Yılmaz, Afyonkarahisar Sandıklı’da Kültür ve Sanat, Ankara Ocak 2001, ss.
132-144; Süleyman Sırrı Üçer, Karahisar Tarihinden: Karahaydaroğlu…”, Afyon’da Haber,
nr. 1644, 13 Nisan 936.
29 M. Şükrü, “Çakırcalı Efe”, Halkın Sesi(İzmir), nr. 1097, 15 Şubat 1934. Gazeteci Kontes
Çakıcı Mehmet Efe ile görüşme planlamış ve bunu başardığında “Kontes Çakıcı ile görüşmeğe
başladı. Bir aralık kontes Çakıcıya bir fotoğrafını çekmek istediğini söylerse de, Çakıcının
buna şiddetle itiraz etmesi üzerine elindeki kağıda Çakırcalının kara kalem bir remini
yapmaya muvaffak olur. Bu resim, hatıratını havi kitapta neşrolunmuştur.” Gazete nüshasında
“Çakırcalının Kontes tarafından yapılmış resmi” ibaresinin üzerinde kara kalem resim
yayınlanmıştır.
30 Bedri Noyan, “Aydın ve Dolaylarında Tanınan Ünlü Efeler”, Hür Efe(İzmir), nr. 12890, 8
Eylül 1993.
31 Ormancıoğlu, a.g.e.., s. 5.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[453]
“Bölgemizde ciddi tanınan, doğru konuşan, mertliği ile şöhret bulan kimselere;
bu mümtaz hasletlerden dolayı ‘efe’ diye hitap edilmektedir.”32 Yazar “bu
mümtaz hasletler”i şahsında toplayan bu insanları şekavet yapmasını, kanun ve
nizamlara karşı gelmelerini, adam öldürmelerini, fidye-i necat almak için dağa
çocuk kaldırmalarını ve halkın huzurunu kaçırmalarını “tek kelime ile
cahillik....” (s. 69) olarak açıklamaktadır.
Daha sonra Kamalı Zeybek hakkında malumat vermeye başlar: Asıl adı
Mustafa olan ve Ödemiş’in Karacaova Köyünde doğan, çocukluğu oldukça
sakin geçmesine rağmen on beş yaşından itibaren hırçınlaşan, on sekiz yaşında
da o havalide hemen her erkeğin gönlünde yatan zeybekliğe heves eden,
ailesinin itiraz ve müdahalelerine rağmen kazaya gelerek kendisine mükemmel
bir zeybek elbisesi tedarik33 eden ve bir de silahlık34 alan, ardından buna bir
silah35 ekleyen Kamalı Zeybek; Ödemiş, Tire, Bayındır, Turgutlu, Parsa, Salihli,
Alaşehir, Nif, Bozdağ ve Karıncalıdağ mıntıkasında kendine bağlı zeybek grubu
ile şekavet hareketlerinde bulunmuştur.
Esas konuya girmeden önce diğer çetelerden de bahseden yazar, bunların
en meşhurunun Çakıcı Mehmet Efe olduğunu haklı olarak belirttikten sonra,
onun “adeta hükümranlığı altında” olan yerleri sıralar: Ödemiş, Tire, Bayındır,

32 Ay. yer.; Bir iddiaya göre, “zeybek” gemici demektir. Buna göre, “gemici”ler bu yöreden
hareketle İtalya’da Etrüks Devleti’ni kurmuş, Etrükslerin gemicileri “zeğbekler(palalılar)”
Anadolu medeniyeti ile eşyasını Avrupa, Afrika sahillerine, Girit ve Teselya’ya, M.Ö. IV.
binden M.Ö. 1600 senelerine kadar taşımışlar, “palalılar” isminin de Grekçe’de “...es”
çoğuluyla yapılan “palages” olduğu, daha sonra denizden, karadan, önden ve arkadan gelen
saldırılar deniz adamı deniz adamı “zeybeği” ve “efe”yi dağlara düşürmüştür. Bk. H. Hilmi
Bayındır- H. Fehmi Poyrazoğlu, Aydın Kenti, Aydın 1966, ss. 29-37.
33 “O zamanlar zeybek elbiselerini, mahdut terziler diktirmekte idi. Bunlar, Osmanlı teb’asından
olan Rumlardı, bu sanat onlara aitti. Zeybek elbiselerinde o kadar incelik vardı ki, bunları
işlemek ve beğenilecek hale getirmek için usta terzilerin kalfa ve çırakları ile aylarca
uğraşması gerekirdi. Bazı Rum terzileri, zeybeklerden aldıkları dikim parası ile zengin
olmuşlardır. Bu terzilerin şekavet yapan zeybek çetelerine hafiyelik ve yataklık ettikleri de
işitilmiştir. Zeybeklerden büyük menfaatler temin eden bu kabil terzilerin, böyle işlere tevessül
etmeleri Müslüman Türklere karşı duydukları kin ve garezden ileri gelmekteydi.”,
Ormancıoğlu, a.g.e., s. 7.
34 “... bir şahsın, tam bir zeybek kıyafetine bürünebilmesi için ayrıca silahlığa da ihtiyacı vardı.
Bu silahlıklar, saraçlar tarafından imal edilmekte idi. O zamanlar saraçların en gözdesi ve
baş ustası rahmetli Şükrü Saraçoğlu’nun babası Mehmet Usta idi ki, nurani ve güler yüzlü
olan bu zat, Ödemiş halkının sevgi ve sempatisini kazanmıştı...” Ay. yer.
35 “...Nihayet namlusu gümüş bileziklerle süslenmiş bir martinle köyüne döndüğü işitildi...”, Ay.
yer.; “O zamanlar dağlarda dolaşan eşkıya çeteleri, her türlü malzeme ile mücehhez idi.
Silahlarından ayrı olarak dürbünleri, kazmaları, yara sarmak için pamuk ve sargı bezleri ile
çeşitli ilaçları da vardı.” Ay. Es. s. 28.
Turan Akkoyun
[454]
Nif, Kasaba, Salihli, Alaşehir, Kula ve Demirci. Bazı zamanlarda faaliyet alanı
daha da genişleyerek Aydın, Muğla ve Denizli’ye kadar uzanıyordu. Onun
dışında “sayısı on beşi geçen çeteler”in başında Poslu Efe’nin bulunduğunu
belirtmiş, diğerlerinden ise hiç bahsetmemiştir. İdare Çakıcı Efe’yi kollayıp
diğerlerini ortadan kaldırma yönünde bir politika izleyerek kendisine “kır
serdarı”36 unvanı vererek onu “yüze indirdi.”
Zeybek ve efeliğin bu derece yaygın olduğu ve mahalli asayişin pek
bulunmadığı 1905 yılında Kamalı, beş arkadaşını yanına alarak “dağa çıkar.”
Sözü yazara bırakırsak37:
“Beş kişilik avanesi ile dağa çıkan Kamalı, kısa zamanda kızanlarının
adedini on ikiye çıkardı. Ve ne garip bir tecelli ki, ilk denemesini rahmetli
babamda yaptı ve babamdan para sızdırmak için beni dağa kaldırdı. ...”
Şükrü’nün maiyetindeki orman kolcuları Hüsnü ve Mehmet Ali vasıtası
ile “sivri külah tahtacıları”nı takip ettirmesi neticesinde, tahtacılar kendisine
düşman olur. Kamalı Zeybek ile irtibat kurarlar, o da orman korucusu Mehmet
Ali’yi bularak Şükrü’nün oğlu Kemal’i, Datbey civarına getirmesini ister.
Mehmet Ali Efendi, Kamalı’dan aldığı direktif üzerine enteresan bir plan
çizdi. Korkak ve o nispette evhamlı olduğu için bir an evvel harekete geçmek
istiyordu. Fakat biz onun ne yapmak istediğini bilmiyorduk tabii...
Sabahleyin babama şu teklifte bulundu.
“- Yarış atları ile kasabanın etrafında bir gezinti yapalım. Hem çocukla
beraber biraz hava alalım, hem de atların ayaklarındaki tutukluk geçsin.”
Babamın Mehmet Ali Efendi’ye büyük itimadı vardı, şöyle dedi:
“-Olur... Maksut, haşarı bir attır, buna sen, Derviş’e de Kemal binsin.
Hem pek uzaklara gitmeyin. Ne olur ne olmaz, civarda eşkıyaya rastlamanız
mümkündür, görüyorsunuz ya, keyf için adam öldürüyorlar. Şöyle
Mezarlıkbaşı’ndan, hastahane önünden dolaşır, sonra çatal yoldan istasyona
iner ve hana dönersiniz.”
İşin ilginç tarafı, babamın çizdiği yol güzergahı Mehmet Ali Efendi’nin
muhayyilesinde hazırladığı programa uygun geliyordu. Çünkü Datbey köyüne
Mezarlıkbaşı ve hastane önünden gidiliyordu.

36 “Kır serdarı” tabiri hemen bütün zeybek-efe eserlerinde zikredilmesine rağmen bugüne kadar
bu tabiri kapsayan bir belgenin yayınlandığını görmedik.
37 Ormancıoğlu, a.g.e., s. 8 vd.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[455]
Bu yolları takiben Datbey köyü civarında bir koruluğa geldiğimiz zaman,
kenardaki hendeğe sinmiş ve silahlarını bize çevirmiş olan iki zeybekle
karşılaştık.
“- İn ülen aşağıya”
Hayvanlardan indik. Zeybekler bizi önlerine kattılar ve koruluğa
götürdüler.
Bazı yerlerde zeybeklere rastlıyorduk. Bunların nöbet tuttukları
anlaşılıyordu. Biraz ilerledikten sonra bir zeybek topluluğu ile karşılaştık. Buna
çepeçevre oturmuş rakı içiyorlardı. Onları görünce tuzağa düştüğümüzü -daha
doğrusu düştüğümü anladım ve rahmetli babamın bu konuda Mehmet Ali
Efendi’ye yaptığı ikazı hatırladım. amma iş işten geçmişti.
Bir köşeye sindim, korkudan ve heyecandan ağlıyordum. Mehmet Ali
Efendi de bir kenara çekilmiş, başını eğmiş düşünüyordu.
Kısa zaman sonra zeybeklerden bir tanesinin ayağa kalktığı, bir diğerinin
de curayı eline alarak bir zeybek havası çalmağa ve ayaktakinin ise oynamağa
başladığını gördük...
Oyun devam ederken yerde oturan zeybeklerden bir tanesi, -ki bu adamın
çete reisi Kamalı Mustafa olduğunu sonradan öğrendim- elinde bulunan rakı
kadehini bana uzattı, içmemi teklif etti. Tekrar ağlamağa başlamıştım ki,
zeybeklerden bir tanesi gazaba gelerek dizinin üstünde bulunan martini bana
çevirdi ve bağırdı:
“- İç ülen, zina”
Kamalı, kadehi tekrar bana uzatırken, zeybeğe bağırdı:
“- Rakı içmedi diye cana kıyılmaz, çevir silahını...”
Hayatımda hiç rakı içmemiştim, ne olduğunu bilmiyordum. Fakat
çarçanar (ister istemez) Kamalı’nın uzattığı kadehi aldım, bir dikişte boşalttım.
Beynimde şimşekler çaktı, dünya yıkıldı zannettim.”38
“Ne tuhaf tecelli ki, Kamalı’nın elinden tattığım rakıyı elli sene kullandım
ve güç bela bırakabildim.
Zeybekler oyuna ve içkiye devam ederken Kamalı Mustafa, Mehmet Ali
Efendi’yi yanına çağırarak kulağına bir şeyler fısıldadı. Kısa zaman sonra
Mehmet Ali Efendi yanımızdan ayrıldı ve kenarda duran atlardan birine binerek
gözden kayboldu.

38 Bu olayın ileride alkol müptelası olmasının bir başlangıcı olmuştur. Zira bu tarihte medresede
tedris görmekte idi.
Turan Akkoyun
[456]
Onun gidişi içime daha büyük bir korku getirdi. Akıbetimin ne olacağı
endişesi ile kıvranırken Kamalı’nın emri ile zeybek oyunlarına son verildi, bu
defa türküler başladı.
Üç telli bir cura tempo tutuyor, zeybeklerden biri avazı çıktığı kadar
bağırıyordu. Dün gibi hatırlarım, bu türkü şöyle başlıyordu.
“A kızım, seninle bir bahçe tutalım,
Meyvesini yiyelim, gülünü koklayalım...”
Ve sonra cura, tempo tutuyordu:
“zıngıtr tak... zıngır tak tak...”
Birbirini takip eden Türküler, zeybekleri coşturdu, aşka getirdi, silahlar
patlamaya başladı. Kimisi havaya fırlatılan paraya mermisini isabet ettiriyor,
kimisi de o sıralarda eşkıya takibine memur edilen ve Makedonya’dan getirilen
Arnavutları kaşlarının arasından vurmak için staj yapmak istediklerinden
mefruz vesile arıyorlardı.
Bunun için olacak, zeybeklerden bir tanesi bana seslendi:
“- Kalk ülen zina, ayağa...”
Tekrar ağlamaya başladım, kendimi yerden yere vurdum. Beni
öldürmemeleri için yalvarmaya, ayaklarına kapanmağa başladım. Dinleyen
olmadı. Nihayet biri beni yerden kaldırdı, kollarımı sıkı sıkı tuttu ve havaya
kaldırdı. On metre kadar ileride olan diğer zeybek:
“- Kıpırdanma ülen.”
İhtarını çeker çekmez tetiğe dokundu, sarıklı fesim başımdan yere düştü...
Bayılmışım...
Ayıldığım zaman orman korucusu Mehmet Ali Efendiyi karşımda gördüm.
Babamdan getirdiği fidye-yi necatı, yani cankurtaran parası olan 200 altını
Kamalı Mustafa’ya teslim ediyordu.
Kamalı’nın bir müddet evvel Mehmet Ali Efendi’yi yanına çağırtıp,
kulağına bir şeyler fısıldaması bunun içinmiş...
Sonradan Mehmet Ali Efendi’den öğrendiğime göre, rahmetli babam,
biricik oğlunu feci akıbetten kurtarmak için, bu parayı büyük bir heyecanla
vermiş...
O zamanlar dağlarda dolaşan şakiler, bu işi sık sık yaparlar ve çok
miktarda para sızdırırlardı. Bazıları paraları alınca çocukları bırakır, bazıları
ise öldürürdü. Şakilerin sağı solu belli olmadığı, merhamet ve vicdanla asla
alakaları bulunmadığından ölüm onlar için bir hiçti. Bu yüzden bazı çocukların
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[457]
kafaları vücutlarından ayrılarak Hükümet binaları önlerindeki çınar ağaçlarına
asılmışlardır...
Kamalı çetesi, çocuk öldürmezdi. Eğer böyle olsaydı hem babamın
altınlarını alır, hem de beni yok ederdi. Fakat ne olursa olsun, o anda
akıbetimden endişe ediyordum.
Kamalı Mustafa, cankurtaran parasını aldıktan sonra beni salması lazım
gelirken bunu yapmadı, bir müddet daha alıkoydu ve Mehmet Ali Efendi’ye
dönerek şöyle dedi:
“- Bana bak Mehmet Ali. Ormancı Şükrü’ye benden selam söyle.. Sivri
Külahlı Tahtacılarla fazla uğraşmasın, arada sırada gözünü yumsun. Şayet
benim bu arzumu yerine getirmezse kendi bilir, akıbeti kötü olur, anladın mı?”
“- Anladım efem”
“- Ha.. Ormancıya şunu da söyle... Kiraladığı hanın üst tarafındaki
odalardan üç tanesini benim kızanlar için ayırsın, başka kimselere kiralamasın.
İcabında bu odalar bize lazım olacaktır. Şayet odaları ayırmaz, ırın gırın ederse
topuklarından itibaren başına kadar derisini yüzerim.”
“- Olur efem, başka bir isteğin var mı?”
Mehmet Ali Efendi’nin bu sorusunu kızanlardan biri şöyle cevaplandırdı:
“- Ormancının hanının üç dükkan berisinde Mimiko Kafadaris isimli bir
Rum terzi var. Bu terzi benim elbiselerimi dikmişse, ormancıdan 35 altın al,
terziye ver, sen de elbiseleri bana getir.”
“Elbiseleri nereye getireyim?”
Mehmet Ali Efendi’nin haklı olarak sorduğu bu suale zeybek cevap
veremedi. Çünkü dağ dağ dolaşan bu çeteyi aramak da müşküldü. Kamalı
Zeybek, bunun üzerine şöyle dedi:
“- Zeybek Osman’ın elbiselerini aldıktan sonra yolun düştüğü zaman
Karacaova köyünde bizim eve bırak...” ”
Yazar, hemen sonra o anki psikolojik sıkıntıyı uzun anlattıktan sonra
Kamalı Zeybek’in, “- Ne duruyorsun yahu? Ne laf anlamaz adamsın sen? Ülen
sana bu çocuğu al da babasına götür demedim mi? Ne diye man gibi yan
geliyorsun?” sözleriyle oradan hemen ayrılırlar.39
II. Abdülhamit devri Batı Anadolu’sunda eşkıya takibi ile nam salan
Bayındırlı Mülazım Mehmet Efendi, olaydan sonra her ikisini Jandarma
Karakoluna davet ederek ifadelerini aldı.

39
Ay. Es., ss. 10-18.
Turan Akkoyun
[458]
Kamalı Zeybek, bu vukuatından sonra Nif’in Sofular köyüne gelerek izini
kaybettirmeye çalışır (s. 19). Ancak bu köyden Hıdıroğlu Süleyman’ın ihbarı ile
yeri, müfrezeler tarafından tespit edilir.(s. 21) Alınan tertibatla yazarın adını
hatırlayamadığı bir yüzbaşı ve yanındaki Denizlili Mehmet Ali Başçavuş ile
Bayındır Takip Bölüğü’nü idare eden mülazım Kazım Efendi, Kamalı’yı
bulunduğu yerde ablukaya alsalar da Kamalı firara muvaffak olmuştur (s. 22-
24). Kamalı önce Kartalkaya’ya hemen sonra Parsa’nın Kazancı mevkiine (s.
27) geldi. Üç gün sonra Parsa’nın zengin Rumlarından Papazoğlu Mimiko’yu
dağa kaldırdı (s. 34). Üç gün rehin tuttuktan sonra bin altın karşılığında onu
serbest bırakıp (s. 39), Ovacık yaylasına geçti (s. 40). Yapılan müsademeden
firar ederek Parsa-Armutlu-Mahdut dağlarını aşarak “2 bin yıl önce yaşamış
olan Lidya krallarının şaşalı saltanat sürdükleri Nif dağına40 geldiler....Sultan
Mahmud devrinin azılı şakilerinde Katırcı Yani çetesinin karargah ittihaz ettiği
Manastır mevkiinde bir harabeye yerleştiler.” Bu arada martinleri değiştirerek
Alman mavzerleri ve mermileri aldı (s. 43- 44). Peşine düşen takip kuvvetleri;
Ören, Mahmut, Armutlu dağlarını tarayarak hatta Nif Dağında 275 kişilik bir
sayıya ulaşıp çeteyi ablukaya aldılar ancak Kamalı çemberi yarıp bu defa
Bayındır dağları üzerinden Bozdağ’a gitti (ss. 47- 48) Bu arada meşhur, çok
ocak söndüren Yılık Abdi’nin, Çakıcı Efe tarafından bir bağ evinde kıstırılarak,
başı kesildi (ss. 48- 52). Eşkıyalığa devam eden çeteler bir taraftan takip
müfrezeleri diğer taraftan da affedilen eski şakiler tarafından aranmakta idilerse
de Bayındırlı Mehmet Efendi’nin telgrafından bu birliklerin beraber hareket
etmedikleri ortaya çıkmaktadır.41

Kamalı bir müddet Bozdağ’da kaldıktan sonra Ovacık Yaylası üzerinden
Parsa’ya döndü. Burada kundura tamirciliğine başladı (ss. 62- 64). Ancak
kimliği çok kısa zamanda ortaya çıkınca oradan Kokluca’ya geçti (s. 67). Takip
müfrezeleri orada da kendisini rahat bırakmayınca tekrar Ödemiş’e, Adagide

40 “Filhakika tarihen sabittir ki Nif ormanları dünyada misli görülmeyen güzellik ve kesafettedir.
Nice krallar bu ormanların arasında saray kurmuş, saltanat sürmüşlerdir. Bunun aksine
olarak nice meşhur şakiler bu ormanlar arasında dolaşarak kendilerini muhafaza etmişler,
zenginlerden külliyetli miktarda altın sızdırmışlardı...” , Ay. Es., s 44.
41 “Takib-i eşkiya memur Zaptiye Alay kumandanlığı Canib-i Alisine
Afv-ı şahaneye mazhar olarak kır serdarları namı altında eşkıya takibine memur edilen
vazifelilerin bu takiplere iştirak etmek üzere emir ve kumandanlarımız altındaki bölüklere
katılmamaları hayretle müşahede edilmiştir. Bu kır serdarlarının vücutlarından ne zaman ve
ne şekilde istifade edileceğinin bildirilmesini müsaade-i alileri ile rica ederim, efendim.” Ay.
Es. s. 57.
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[459]
mevkiine, dönecek; oranın yanı sıra Adagüme, Bademye ve Balyanbolu
civarında sık sık yer değiştirip durdu (s. 75- 76).
Çırpı köyü yakınlarında bir Kamalı-Çakıcı müsademesi daha yapılmış,
her iki zeybek grubu reisi de birbirine üstünlük sağlayamamıştı (ss. 78- 82).
Kamalı müsademe sonrasında Tire istikametini takip ederek Adagide
dolaylarına giderek bir mağaraya sığınmıştı. Çetenin çok hareket etmesi hem
kendilerini yormuş hem de efradı arasında, gelecek hakkında fikir ayrılığına
sebep olmuştu. Ancak yine de teslim olma yönünde hareket edilmedi. Kaymakçı
üzerinden, Gölcük Yaylası altından geçerek Salihli hududu dahilinden
Kasaba’nın Irlamaz köyüne geldiler (s. 89).
Takip müfrezeleri ile tekrar karşılaşıldı ise de Kamalı yine firar etmeye
muvaffak oldu.42 Daima firar etmesi ise türlü şaiyalara sebep olmakta ve yerini
kaybettirmesini kolaylaştırmakta idi. O, Keles, Balyanbolu ve Bademiye köyleri
arasında daima yer değiştirmekte idi. Buralarda rahat nefes alması pek mümkün
görünmediği için Alaşehir’e doğru yöneldi (s. 99). Sart’ta iken yeniden ama bu
kez zaptiye birliği tarafından muhasara altında alındı ise de yine de firara
muvaffak oldu (ss. 104- 107). Kamalı yeniden Kasaba’ya geldi. Orada da fazla
kalmayıp Alaşehir ovasına gitti. Burada da bir kere daha, ama çok zorlu bir
baskın yaşadı. Bundan da kurtulmasını bildi (ss. 108- 115).
Çakıcı’nın yatağı olan, Pandeli, Ödemiş’in en zengin adamlarından idi.
Yağ fabrikası vardı. Kamalı kendisinden 5.000 altın istedi, o da bunu atlatma
yoluna gitti. Bunun üzerine Kamalı, Pandeli’yi öldürdü. Bu hâdise başta Rumlar
olmak üzere tüm Ödemişliler üzerinde infial uyandırdı. Müslüman Türkler ve
Rumlardan bir kısmı Ödemiş kaymakamı Hilmi Bey’e giderek “can ve mal
emniyet...”lerinin kalmadığını beyan etmişlerdir. Bu şikayetlerinde o kadar ileri
gittiler ki Alay Kumandanı Galip Bey hiddetlenerek Rum metropoliti Vafidas’ı
tokatladı. Metropolit, gerçekte Etnik-i Eterya üyesiydi. Bu ise Müslüman
Türkleri çok memnun etmiştir. Rumlar ise üç gün dükkanlarını açmayarak
“güya” olayı protesto etmişlerdir. Bu arada Rum palikaryaları da intikam için
Urla, Seydiköy, Kokluca, Buca, Bornova, Kilizman ve Bozyaka gibi yerlerde
Müslümanlara eziyet etmişlerdi. Bir anda her yerde alış-veriş durdu. İzmir’in
köklü ve meşhur gazetesi Ahenk’de “Saye-i Şahanede asayiş berkemaldir”
veya “Saye-i hilafetpenahide Manisa ve havalisihe yağmur nüfuz etmişdir”

42 “Bu davanın bir türlü düzenlenmemesinin sebebi, takiplerde görülen betaatten değil, dağlarda
dolaşan eşkıyanın yılan cinsinden olmasındandı. Daha açık bir ifade ile çetelerin muhiti çok
güzel tanımaları ve istediklerini kolaylıkla bulabilmelerindendi” Ay. Es., s. 97.
Turan Akkoyun
[460]
yahut “Kamalı çetesi ankaribüzzam te’dip ve tenkil edilecekdir.” şeklinde
yazılar yazmaktaydı (ss. 115- 123).
Pandeli’nin öldürülmesi üzerine saraydan yazı gelir ve yazıya gerekli
cevaplar verilir (ss. 123-124). Hemen sonra Çakıcı ile Kamalı bir kere daha
karşılaşır (ss.126- 131). Ardından da Rum çete reisi Koklucalı Vasil ile Kamalı
arasında karşılıklı tehdit mektupları yazılır. Kamalı, Rum eşkıyasını öldürür.
Hâdisenin akisleri çok daha büyük olur. Saray ile yeniden yazışmalar
gerçekleştirilir (ss. 131- 136).
Zeybek grubu; aslen Rum, Amerikan vatandaşı olan Bulgurca civarındaki
Adamoplu’nun çiftliğine uğrar. Burada iken affedilmek durumu gündeme gelir
zira vali Kamil Paşa ile oğlu Sait Paşa da oradadırlar (ss. 144- 148). Oradan
ayrılıp, Cumaovası’na giderler. Bu arada Kaptan Dimitro’nun çetesi ile
karşılaşırlar ve "onları çil yavrusu" gibi dağıtırlar. Rast geldiği tüm Rum
çeteleri ile çatışmaya girerek onları tepelemeye başlarlar. Seydişehir’de örfi
idare kurulur. Yakalandıklarında muhakemelerinin “mahfuzen” yapılmaları
kararlaştırılır. Yine idare çalışmalarını devam ettirirken “Hristo, Manol, İspiro,
Tanaş, Zahari” isimli Rum çete mensupları yakalanır ve muhakemede hepsi
idama mahkum edilir.
Karar Rumları tedirgin etti. Alış-verişi bıraktılar, dükkanlarını kapattılar.
Saray ise gelişmelerden gayet memnundu. Rum çete reislerinden Çakonas,
Valiye tehdit mektubu yazacak kadar ileri gitti. Saray bu arada Kamalı’nın
yakalanmasını istedi. Oysa o tarihte Kamalı, zaptiyelere yardımcı bir vaziyette
idi (s. 148-169).
Gelişmeler devam ederken aslen Trabzonlu olan ve eşkıya takibinde
tecrübesi olan Mülazım Cafer Efendi takiple görevlendirilir (s. 170). O, Rum
çetelerinin çoğunu bertaraf ederek teslim alır. Bunlardan meşhur olanlarından
biri Miltiyadi çetesidir (s. 173). Bundan sonra Çakıcı’nın peşine düşen Kamalı,
Ayasuluk’un Belevi gölü civarına gelir. Ayrıca Keçi Kalesine Rum çetelerince
kapatılan bir Türk kızını da kurtarır (s. 173- 185).
Çakıcı’yı bulamayan Kamalı onun yatağı olan Sofoklis’i tehdit eder,
bunu duyan oraya gelen Çakıcı Efe ona bir tuzak hazırlar, Kamalı tuzağı atlatır,
Sofoklis’i haklar (s. 194- 206).
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[461]
Eşkıya takibinde tecrübe kazanmış ve yararlılıklar göstermiş olan Arap
Yüzbaşının rahatsızlanması üzerine Dr. Mustafa Enver43 ile Menekşeli Hüsnü
Beyler tedavi maksadıyla görevlendirilir. Doktorlar teşhisi koymuşlardı:
Zatürre, kalp yetmezliği ve yorgunluk. Yüzbaşı tüm çabalara rağmen tedaviye
yanıt vermez. Yerine Kargaburun Mülazım Cafer Efendi görevlendirilir (ss.
206- 221).
Öte yandan Çakıcı Mehmet de hazırlık yaparak hem şöhretini kurtarmak
hem de Kamalı Zeybekten kurtulmak için faaliyetlere başlamış, tekrardan
eşkıyalık usulleriyle harekete yönelmiştir. Bunun üzerine Kamalı da aynı yolla
adamlarını arttırmaya başlar. Valilik ise onu da dağdan indirmek için affa
çalışıyordu. Ortalık sakinlemiş görünse de Ödemiş, Kilizman, Urla, Tire çok
hareketli idi. Birgi, Gereli, Kaymakçı, Eselli’den yeni kızanlar yola çıkmıştı
bile. Kahvehanelerde, mücadeleden kimin galip çıkacağı üzerine tartışmalar
oluyor; kavgaların olduğu söyleniyordu. Kamalı ise sürekli hareket halindeydi
(ss. 221- 248).
Kamalı Zeybek’in Kasaba, Kula, Demirci’ye kadar uzanan çevreden
sızdırdığı altınların 30.000 adedi geçtiğini belirten yazar; bunları nereye
gizlediğini gizemli ifadelerle yazmış ve Ödemiş’ten Salihli’ye kadar birçok
kimsenin bu altınları aradığını dile getirerek eklemiştir. “Aramaların hala
devam ettiğini söylersek, bu işin aradan yıllar geçmesine rağmen ciddiyetini
kaybetmediği kendiliğinden meydana çıkar.” (s. 249)
Kamalı, gerekli tedbirleri aldıktan sonra Allah Diyen Köyüne çekilmişti.
Çakıcı da onun orada olduğunu haber aldı. Zaptiyeler de sürekli eşkıya
takibindeydiler. Böyle bir ortamda birbirinden habersiz bir çatışma daha
meydana geldi. Kamalı yine kurtulmuş, olan zaptiyelere olmuştu. Çakıcı
Bozdağ’da yer alan Mermeroluk’a, Kamalı da Gediz Ovasına çekildi. Oradan
Harmandalı üzerinden Bornova’ya ve Naldöken Köyüne uğradı. Hacılar,
Kokluca, Pınarbaşı Rumlarının Türk çiftçilerini rahatsız ettiklerini, rahatsızlığa
da Bornova Papazının tahriklerinin sebep olduğunu öğrenerek meseleyi çözdü
(ss. 252- 264).
İşte böyle bir ortamda Adamoplu, Vali Kamil Paşa ile Kamalı
görüşmesini organize etti. Sonuç tatminkar değildi. Kilizman, Urla, Seferihisar,
Çeşme, Buca, Seydiköy ve Kokluca’da Rumlar olaylar çıkarttılar (ss. 265- 284).

43 Mustafa Enver Bey'in hayatı ve faaliyetleri hakkında genel bir değerlendirme şurada
yapılmıştır: Turan Akkoyun, "Batı Anadolu'nun Şeyhü'l-Etibbası Mustafa Enver Bey", Tarih
ve Toplum, nr. 175, Temmuz 1998.
Turan Akkoyun
[462]
Hareket halinde olan Kamalı, Ayasuluktaki Acarlar civarında dinlendi,
Belevi’ye yöneldi. Oradan da Tire’ye geçti. Yolda Çakıcının Çalıkakıcıları da
ortadan kaldırdı. Ardından Kozpınar’da yeni bir grupla karşılaştı (ss. 285- 329).
Olaylar Kamalı’nın lehine gelişirken, Çakıcı toplum nazarında geriye
düşüyordu. Çirkince’de Vangel çetesini tepeleyen Kamalı Manastır üzerinden
Fetrek- Dağkızılca- Kırıklar yoluyla Adamoplu çiftliğine geldi. Ardından;
geçtiği Seferihisar’da Anastas isimli Rum çetesini de yakalayarak vilayete
gönderdi. Bu gelişmeler İzmir’de “bir bomba” etkisi yaptı (ss. 330- 342).
Oralarda da kalamadı. Karıncalıdağa çekildi. Keles civarında Çakıcı
Mehmet’in adamlarından olan Sarı Ömer isimli çalıkakıcıdan baskın yedi,
atlattı. Bozdağ’dan Birgi’ye doğru inerken Çakıcı’nın tuzağına düşerek
öldürüldü (s. 342-.360).
Kamalı Zeybek’in cesedi Ödemişe getirilmiş ve Hükümet Konağı önünde
halka teşhir edilmiştir. Daha sonra yine Ödemişte toprağa verilmiştir.
Halk tarafından çok sevilen bir efenin öldürülmesi büyük bir üzüntüye
sebep olmuştur. O ortadan kaldırıldıktan sonra keşmekeşlik hat safhaya
ulaşmıştır. Onun intikamını almak için çeteler kurulmuş bu da yöredeki asayişi
daha da kötü duruma getirmiştir. Ardından şu türküler yakıldı: (ss. 361 -364)
Ödemiş kavakları
Dökülür yaprakları
Bize de derler Çakıcı
Yar fidan boylum
Yıkarız konakları
Servim senden uzun yok
Yaprağında gözüm yok
Kamalı da zeybek vurulmuş
Yar fidan boylum
Çakıcıya sözüm yok
Ödemiş Kavakları
Tellidir Yaprakları
Bana Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Yakarım Konakları
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[463]
Atma Da Mehmet Vurursun
Sonra Da Pişman Olursun
Bana Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Her Yanım Fişek Dolu
Çakıcı Da Dağdan İniyor
Mor Fesini Giyiyor
Ona Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Her Yanı Kurşun Dolu
Çakıcı Dağdan İniyor
Korku Nedir Bilmiyor
Ona Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Her Yanı Fişek Dolu
Çakıcı Attan İnmem Diyor
Mor Fesi Giymem Diyor
Ona Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Her Yanı Fişek Dolu
Çakıcı'nın Mor Fesi
İzmir'den Gelir Sesi
Ona Da Çakıcı Derler
Yar Fidan Boylum
Nice Canlar Yakıyor
Aradılar buldular,
Bahçevanda vurdular,
Uzun da boylum Kamalım,
Arabaya koydular.
Turan Akkoyun
[464]
Kamalım dağdan insen ya,
Mor fesini giysen ya,
Uzun da boylum Kamalım vurulmuş,
Ben vuruldum, desen ya.
Bıçak düşmez belinden efe, belinden
Yandım efe, efe dilinden, elinden
Bu alemin dilinden efe, dilinden
Yandım efe, efe elinden, dilinden.
Efe gitti buradan, efe buradan
Vakit geçti efe aradan, aradan
Kavuşturdu efe Yaradan, Yaradan
Yandım efe, efe dilinden, elinden.
Kamalı’nın öldürülmesi ile ortalıkta ve bilhassa Ödemiş çevresinde
Çakıcı’ya karşı büyük bir nefret uyandırmıştır. Bu nefret yüzünden yeni
eşkıyalar türemiş, hükümet de bu işin hakkından gelememiştir.
Yazar eserine meşhur efenin torunları hakkında kısa bilgi verdikten sonra
“Kamalı’nın mezarının olduğu yere, Şimdi –Ödemiş’te- Tekel binası inşa
edilmiştir”(s. 365) diyerek son vermiştir.
SONUÇ
Tarih bilimi, insan ile ilgili her olayla ilgilenir. XIX. Yüzyılın sonlarında
Ödemiş Kazasında dünyaya gelen, ömrünü Menderes Havzasında geçiren
gazeteci yazar Kemal Ormancıoğlu yörenin sosyal yaşam tarzına şahitlik ettiği
gibi bunları kaleme almış ve tarihçilere yazılı materyaller bırakmıştır.
Delikanlılığa yeni girdiği dönemlerde, yörede ve Türk folklorunda belirli bir
yere sahip olan zeybekler tarafından kaçırılıp ailesinden fidye alınmıştır.
Sonradan Kamalı Zeybek ve çetesi olduğunu öğrendiği bu eşkıyalara dair bir
roman kaleme alarak hem kendisi, hem de havali ile ilgili bilgileri derli toplu
hale getirmiştir.
Yazdıkları başka yazarlar tarafından eleştirilebilir ama tarih araştırmacısı
bunu elbette iç ve dış tenkite tabi tuttuktan sonra kullanacaktır. Binlerce yıl
önceki mitolojik verilerin bile kaynak olarak kullanıldığı bilim dalında,
ölümünden daha yarım yüzyıl geçmemiş bir şahsiyetin bilgilerinden
Ödemişli Bir Yazarın Kaleminden Yöresel Unsurlar
[465]
yararlanılmaması düşünülemez. Burada efelik, zeybeklik kavramlarının
yanında, köy, kasaba ile kazalar, o dönemde yaşayan şahsiyetlerin isimleri ve
faaliyetleri yanında yörenin o devirdeki sosyal yaşamının izlerini bulabilmek
mümkün görünmektedir.
Kamalı Zeybek isimli esere edebiyat disiplininin yaklaşımı elbette farklı
olacak ve edebi yönünü değerlendireceklerdir. Tarih bilimi açısından; XX.
yüzyıl başlarında Adalar Denizi kıyılarındaki toplumsal yaşamı, azınlıkların
gündelik faaliyetleri, meslekler, asayiş, toplum- vilayet, vilayet-saray ilişkileri,
ulaşım imkanları, unutulmaya yüz tutan yöre isimleri ve Türklerin maceraya
atılma tutkusuna dair bazı mühim bilgilerin yok olmaktan kurtarıldıklarını
söylemek mümkündür.
Kapsamından, içerdiği bilgilerden dolayı eserden; bilhassa yakın çağ
tarihi, Yeni Edebiyat, Halk Edebiyatı, Folklor, Sosyoloji, Psikoloji, İletişimBasın
ve yerel tarih araştırmacıları yararlanabilirler.
KAYNAKLAR
“Aile Arşivleri Bilimselleşiyor”, Kocatepe (Afyonkarahisar), nr. 10101,
10 Temmuz 1998.
AKKOYUN, Turan, “Aile Arşivleri, Şehir Tarihçiliği ve Kültürel
Değeri”, Toplumsal Tarih, nr. 55, Temmuz 1998, ss. 51-53.
AKKOYUN, Turan, "Batı Anadolu'nun Şeyhü'l-Etibbası Mustafa Enver
Bey", Tarih ve Toplum, nr. 175, Temmuz 1998.
AKSOY, Yaşar, “Ege Yarenleri”, Yeni Asır (İzmir), 2 Temmuz 1997.
ARIKAN, Zeki, İzmir Basın Tarihi (1868-1938), Ege Üniversitesi
Yayınları, İzmir 2006.
BAYINDIR, H. Hilmi ve POYRAZOĞLU, H. Fehmi, Aydın Kenti,
Aydın 1966
ER, Tülay, Simav İlçesi ve Çevresi Yaren Teşkilatı, ş.y. 1984.
ERSANLI, Büşra, İktidar ve Tarih, İletişim Yayınları, İstanbul 2003.
GÜRIRMAK, Alaattin, Simav’da Yaren Geleneği, Hür Efe Matbaası
basımı, İzmir 1999
"İzmir'in En Yaşlı Gazetecisi ....", Türkeli(Afyonkarahisar), nr. 2282, 24
Nisan 1968.
"İzmir'in Eski Bir Gazetecisi...", Milliyet, 23 Nisan 1968.
KAPLAN, Mehmet, Kültür ve Dil, 8. b., Dergah Yay., İstanbul 1993.
Turan Akkoyun
[466]
KEF. ELİF, “Aile İsimleri”, Yanık Yurd (İzmir), nr. 224, 28 Eylül 1341/
1925.
KÖKEN, İbrahim, Emirdağın Çevresindeki Aşiretler, ş.y. t.y.
KÜPELİ, Özer, “Şeriye Sicillerinin Şehir Tarihçiliği ve Afyonkarahisar
Tarihi İçin Önemi”, Taşpınar (Afyonkarahisar), nr. 3, Kasım 2001, s. 53- 58.
KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Tarih Araştırmalarında Usûl, 6. b.,
Kubbealtı Nşr., İstanbul 1998.
M. ŞÜKRÜ, “Çakırcalı Efe”, Halkın Sesi (İzmir), nr. 1097, 15 Şubat
1934.
NOYAN, Bedri, “Aydın ve Dolaylarında Tanınan Ünlü Efeler”, Hür Efe
(İzmir), nr. 12890, 8 Eylül 1993.
ORMANCIOĞLU, Kemal, Kamalı Zeybek, Kültür Matbaası basımı,
İzmir 1963.
ORTAYLI, İlber, Tarih Yazıcılık Üzerine, 2. b., Cedit Yayıncılık,
Ankara 2011.
SERTOĞLU, Murat, Kamalı Zeybek, İtimat Kitabeni Yayınları, İstanbul
1976.
(SUN), Zeynel Besim, Çakcı Efe, İzmir Ticaret Postası Gazetesi Neşri,
İzmir 1934.
TOGAN, A. Zeki Velidî, Tarihte Usûl, 3. b., Enderun Kitabevi Yay.,
İstanbul 1981.
TOKLUOĞLU, Faik, Tire Çevre İncelemeleri, Karınca Matbaası
Basımı, İzmir 1973.
ÜÇER, Süleyman Sırrı, Karahisar Tarihinden: Karahaydaroğlu…”,
Afyon’da Haber, nr. 1644, 13 Nisan 936.
ÜLKER, Necmi, XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda İzmir Şehri Tarihi, I,
Ticaret Tarihi Araştırmaları, Akademi Kitabevi Yay., İzmir 1994.
ÜSKÜP, Şeref, Ege’de İlginç Olaylar, Hür Efe Matbaası basımı, İzmir
1992.
YAPICI, Mestan, Beydağ “Balyambolu” Palaipolis”, Sembol
Matbaacılık Basımı, İzmir N



    Diğer Haberler
  • M.COŞAN TALU GENEL CERRAHİ UZMANİ
  • AÇILIŞ
  • 19 MAYIS ATATÜRK'Ü ANMA, GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI
  • OLCAY SEÇİLİR
  • GENÇ MÜZİSYENİMİZ EKREM BOYLU'YU TEBRİK EDERİZ
  • İstanbuldaki Ödemişli efeler Kulübü

  • ANA SAYFA HAKKIMIZDA RESİM GALERİ LİNKLER İLETİŞİM ÜYELER

    © 2014 Bu site İstanbul’daki Ödemişli Efeler Kulübüne aittir.
    Designed by Telmar